24 Kasım 2009 Salı

Açıkta Satılan Gıdaların Zararları Nelerdir? Açıkta satılan ekmekleri almayın.

Türkiye Fırıncılar Federasyonu Genel Başkanı Halil İbrahim Balcı, domuz gribine karşı, ekmeği elleyerek seçme imkanı sunan yerlerden ekmek alınmaması önerisinde bulundu.
Halil İbrahim Balcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, un ve ekmekte kullanılan katkı maddeleriyle ilgili bazı olumsuz söylentilerin bulunduğunu anımsattı.



Un ve ekmekteki katkı maddelerinin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın izniyle, belirlenen oranlarda kullanıldığını belirten Balcı, yönetmelikler çerçevesinde üretilen herhangi bir ekmek türü tüketmenin, halk sağlığı açısından tehlikesinin bulunmadığını dile getirdi.



Balcı, değişik ekmek türlerinin üretildiğine işaret ederek, ''Vatandaşımız, damak tadı hangisini arzuluyorsa onu yesin. Ekmek türleri arasında besleyicilik açısından bir fark olduğunu söylemek mümkün değil.



İnsanlarımız, damak tatlarına göre her türlü ekmeği gönül rahatlığıyla tüketebilirler'' diye konuştu.



Halk sağlığı açısından domuz gribine karşı ekmek alırken bazı noktalara dikkat edilmesini öneren Balcı, şunları kaydetti:



''Halkımızın, salgın hastalığın kol gezdiği şu günlerde, özellikle dışarıda bulunan ekmek dolaplarındaki ekmekleri tüketmemeleri gerekir.



Bizler fırınlarımızda her ne kadar hijyenik ortamda ekmek üretir olursak olalım, dışarıda insanlarımızın kolaylıkla elleyebildiği yerlerdeki ekmekleri alacak olursak, bulaşıcı hastalıklar daha da tehlike arz edecektir.''



Balcı, konuyla ilgili duyarlı olunması çağrısında bulunarak, ''Özelikle marketlerden ekmek alırken vatandaşlarımızın kolaylıkla birçok ekmeği ellediği dolaplardan ekmek almamalarını öneriyoruz'' dedi.



Bunun, bakkal veya marketlerde satılan ekmeğin tüketilmemesi anlamına gelmediğini belirten Balcı, tüketiciyi mağdur, halk sağlığını tehdit etmeyecek şekilde satış yapan bakkal ve marketlerden ekmek alınabileceğini kaydetti.


Kaynak:
Haber7.Com
AA
Türkiye Fırıncılar Federasyonu Genel Başkanı Halil İbrahim Balcı, domuz gribine karşı, ekmeği elleyerek seçme imkanı sunan yerlerden ekmek alınmaması önerisinde bulundu.
Halil İbrahim Balcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, un ve ekmekte kullanılan katkı maddeleriyle ilgili bazı olumsuz söylentilerin bulunduğunu anımsattı.



Un ve ekmekteki katkı maddelerinin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın izniyle, belirlenen oranlarda kullanıldığını belirten Balcı, yönetmelikler çerçevesinde üretilen herhangi bir ekmek türü tüketmenin, halk sağlığı açısından tehlikesinin bulunmadığını dile getirdi.



Balcı, değişik ekmek türlerinin üretildiğine işaret ederek, ''Vatandaşımız, damak tadı hangisini arzuluyorsa onu yesin. Ekmek türleri arasında besleyicilik açısından bir fark olduğunu söylemek mümkün değil.



İnsanlarımız, damak tatlarına göre her türlü ekmeği gönül rahatlığıyla tüketebilirler'' diye konuştu.



Halk sağlığı açısından domuz gribine karşı ekmek alırken bazı noktalara dikkat edilmesini öneren Balcı, şunları kaydetti:



''Halkımızın, salgın hastalığın kol gezdiği şu günlerde, özellikle dışarıda bulunan ekmek dolaplarındaki ekmekleri tüketmemeleri gerekir.



Bizler fırınlarımızda her ne kadar hijyenik ortamda ekmek üretir olursak olalım, dışarıda insanlarımızın kolaylıkla elleyebildiği yerlerdeki ekmekleri alacak olursak, bulaşıcı hastalıklar daha da tehlike arz edecektir.''



Balcı, konuyla ilgili duyarlı olunması çağrısında bulunarak, ''Özelikle marketlerden ekmek alırken vatandaşlarımızın kolaylıkla birçok ekmeği ellediği dolaplardan ekmek almamalarını öneriyoruz'' dedi.



Bunun, bakkal veya marketlerde satılan ekmeğin tüketilmemesi anlamına gelmediğini belirten Balcı, tüketiciyi mağdur, halk sağlığını tehdit etmeyecek şekilde satış yapan bakkal ve marketlerden ekmek alınabileceğini kaydetti.


Kaynak:
Haber7.Com
AA
Devamını Oku

Kurban Pazarlarında Tokalaşmanın Zararları Nelerdir? Kurban Pazarında Tokalaşmayın !

Kurban Bayramı'na sayılı günler kala hayvan pazarlarında hareketliliğin arttığı bu dönemde, kurbanlık pazarlıklarının domuz gribi riskine karşı tokalaşmadan yapılması gerektiği konusunda uyarılıyor.
Bursa Veteriner Hekimleri Odası Başkanı Sinan Sağlam, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kurban Bayramı'na birkaç gün kaldığını ve hayvan pazarlarındaki hareketliliğin bu dönemde en üst seviyeye çıktığını söyledi.



Pazarlarda temizliğin istenilen düzeyde sağlanamadığını ifade eden Sağlam, bu nedenle domuz gribi hastalığının yayılma riskinin oldukça yüksek olduğunu anlattı.



Satıcıların ve vatandaşların bu salgın hastalığa karşı dikkatli olmaları gerektiğini vurgulayan Sağlam, şöyle konuştu:



''Domuz gribi hızla yayılıyor. Bu hastalığa yol açan virüsün temizlenmeyen yerlerde yayılması daha hızlı oluyor. Hayvan pazarları bu açıdan potansiyel risk durumunda. Satıcı ve alıcıların dikkat etmesi gereken en önemli konu tokalaşmamalarıdır. Bizim kültürümüzde, kurbanlık alırken sadece alıcı ve satıcı değil çevresindeki birkaç kişi daha el ele veriyor ve pazarlık yapılıyor. Bu durumda bir kişinin elindeki virüs aynı anda birkaç kişiye geçebiliyor. Hemen el yıkanamayacağı için virüs hızla yayılabiliyor. Bu yüzden pazarlıkların tokalaşmadan, el ele vermeden yapılmasını öneriyoruz. Sağlık Bakanlığı bile tokalaşma ve sarılmanın kış aylarında yapılmamasını istedi.''



-''PAZAR GİRİŞ VE ÇIKIŞLARINA TEMİZLİK MALZEMELERİ KONULMALI''-



Sağlam, pazarlarda para alışverişinin de fazla olacağını belirterek, ''Paraların elden ele geçmesi de riskli. Paralar da virüs taşıdığı için alışverişten sonra eller mutlaka yıkanmalı'' dedi.



Satıcıların da kendi alanları içinde sürekli ellerini yıkayabilecekleri bir düzenek kurmalarının önem taşıdığını anlatan Sağlam, şunları kaydetti:



''Aslında en kritik halka satıcılar. Birçok kişiyle tokalaşıyorlar, para alıp veriyorlar. Bu yüzden ellerini düzenli olarak yıkamaları gerekiyor. Ayrıca yerel idarelerin pazarlarda tedbir almaları büyük önem taşıyor. Giriş ve çıkışlarda, herkesin ulaşabileceği noktalarda temizlik malzemelerinin vatandaşların kullanımına sunulması gerekiyor.''


Kaynak:
AA
Kurban Bayramı'na sayılı günler kala hayvan pazarlarında hareketliliğin arttığı bu dönemde, kurbanlık pazarlıklarının domuz gribi riskine karşı tokalaşmadan yapılması gerektiği konusunda uyarılıyor.
Bursa Veteriner Hekimleri Odası Başkanı Sinan Sağlam, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kurban Bayramı'na birkaç gün kaldığını ve hayvan pazarlarındaki hareketliliğin bu dönemde en üst seviyeye çıktığını söyledi.



Pazarlarda temizliğin istenilen düzeyde sağlanamadığını ifade eden Sağlam, bu nedenle domuz gribi hastalığının yayılma riskinin oldukça yüksek olduğunu anlattı.



Satıcıların ve vatandaşların bu salgın hastalığa karşı dikkatli olmaları gerektiğini vurgulayan Sağlam, şöyle konuştu:



''Domuz gribi hızla yayılıyor. Bu hastalığa yol açan virüsün temizlenmeyen yerlerde yayılması daha hızlı oluyor. Hayvan pazarları bu açıdan potansiyel risk durumunda. Satıcı ve alıcıların dikkat etmesi gereken en önemli konu tokalaşmamalarıdır. Bizim kültürümüzde, kurbanlık alırken sadece alıcı ve satıcı değil çevresindeki birkaç kişi daha el ele veriyor ve pazarlık yapılıyor. Bu durumda bir kişinin elindeki virüs aynı anda birkaç kişiye geçebiliyor. Hemen el yıkanamayacağı için virüs hızla yayılabiliyor. Bu yüzden pazarlıkların tokalaşmadan, el ele vermeden yapılmasını öneriyoruz. Sağlık Bakanlığı bile tokalaşma ve sarılmanın kış aylarında yapılmamasını istedi.''



-''PAZAR GİRİŞ VE ÇIKIŞLARINA TEMİZLİK MALZEMELERİ KONULMALI''-



Sağlam, pazarlarda para alışverişinin de fazla olacağını belirterek, ''Paraların elden ele geçmesi de riskli. Paralar da virüs taşıdığı için alışverişten sonra eller mutlaka yıkanmalı'' dedi.



Satıcıların da kendi alanları içinde sürekli ellerini yıkayabilecekleri bir düzenek kurmalarının önem taşıdığını anlatan Sağlam, şunları kaydetti:



''Aslında en kritik halka satıcılar. Birçok kişiyle tokalaşıyorlar, para alıp veriyorlar. Bu yüzden ellerini düzenli olarak yıkamaları gerekiyor. Ayrıca yerel idarelerin pazarlarda tedbir almaları büyük önem taşıyor. Giriş ve çıkışlarda, herkesin ulaşabileceği noktalarda temizlik malzemelerinin vatandaşların kullanımına sunulması gerekiyor.''


Kaynak:
AA
Devamını Oku

23 Kasım 2009 Pazartesi

Uzun Yaşamın Sırrı: Merdiven Çıkıp İnmek

Uzun Yaşamın Sırrı: Merdiven Çıkıp İnmek

Asansör kullanmak yerine merdiven çıkıp inmek hayat kurtarabilir.

LONDRA - İsveçli bilim adamları vücutlarındaki yağ oranı ve kan basıncının da düşük olduğunu belirledi.

Cenevre Üniversitesi uzmanlarına göre bu yolla zamansız ölümlerin yüzde 15’inin önüne geçilebilir.

İngiliz profesör Adam Timmis faydalarının açık şekilde görüldüğüne dikkat çekiyor.

Araştırmanın sonuçları Avrupa Kardiyoloji Birliği’nin toplantısında açıklandı.

69 katılımcının günde 10 kattan fazlasını yürüyerek çıkmadıkları ve genellikle hareketsiz oldukları belirtiliyor.

12 hafta süren araştırmada işteyken asansör yerine merdiven kullanmaları istenmiş.

Bu süre zarfında deneklerin inip çıktıkları kat sayısı günde ortalama 5’ten 23’e çıkmış.

Üç ayın sonunda yapılan testlerde kan basınçları ve kolesterol değerlerinin çok daha iyi olduğu anlaşılmış.

Ayrıca kilolarının vücutlarındaki yağ oranı ve bel çevresi genişliğinin de düştüğü saptanmış.

Tümü beraber hesaplandığında bu yöntemin uygulanmasıyla erken yaşta ölüm riskinin yüzde 15 azaldığını ortaya koyuyor.

Uzmanlar bulguların şimdi daha uzun vadeli ve kapsamlı deneylerle doğrulanmasını hedefliyorlar.
Uzun Yaşamın Sırrı: Merdiven Çıkıp İnmek

Asansör kullanmak yerine merdiven çıkıp inmek hayat kurtarabilir.

LONDRA - İsveçli bilim adamları vücutlarındaki yağ oranı ve kan basıncının da düşük olduğunu belirledi.

Cenevre Üniversitesi uzmanlarına göre bu yolla zamansız ölümlerin yüzde 15’inin önüne geçilebilir.

İngiliz profesör Adam Timmis faydalarının açık şekilde görüldüğüne dikkat çekiyor.

Araştırmanın sonuçları Avrupa Kardiyoloji Birliği’nin toplantısında açıklandı.

69 katılımcının günde 10 kattan fazlasını yürüyerek çıkmadıkları ve genellikle hareketsiz oldukları belirtiliyor.

12 hafta süren araştırmada işteyken asansör yerine merdiven kullanmaları istenmiş.

Bu süre zarfında deneklerin inip çıktıkları kat sayısı günde ortalama 5’ten 23’e çıkmış.

Üç ayın sonunda yapılan testlerde kan basınçları ve kolesterol değerlerinin çok daha iyi olduğu anlaşılmış.

Ayrıca kilolarının vücutlarındaki yağ oranı ve bel çevresi genişliğinin de düştüğü saptanmış.

Tümü beraber hesaplandığında bu yöntemin uygulanmasıyla erken yaşta ölüm riskinin yüzde 15 azaldığını ortaya koyuyor.

Uzmanlar bulguların şimdi daha uzun vadeli ve kapsamlı deneylerle doğrulanmasını hedefliyorlar.
Devamını Oku

Sarımsağın Faydaları Nelerdir?

FAYDALARI

1)Ölümlere sebep olan atardamar kireçlenmesine iyi gelir

2)Yara ve çıbanları iyileştirir.

3)Krampları yok eder.

4)Akciğeri,karaciğeri,Safra kesesini ve kalbi kuvvetlendirir.

5)Bağırsak kurtlarını, diğer parazitleri öldürür.

6)Mide ve bağırsakları dezenfekte eder. Zararlı bakterileri yok eder.

7)organizmanın içinde bulunan kireçli ve yağlı birikintileri temizler

8)Nezleyi yok eder, nefes borusu rahatsızlıklarına,bronşite çok iyi gelir. Veremliler bilhassa sarımsak yemeleri tavsiye edilir.

9)Tansiyonu düşürür.

10)Ateşi düşürür.

11)Bağırsak gazlarını ortadan kaldırır.

12)Grip mikrobunu öldürerek vücudu bu hastalığa karşı korur.

13)İdrar yollarında taş oluşumunu engeller.

14)Kalp adalelerini güçlendirir.

15)Kalbi besleyen kroner damarları genişletir.

16)Cinsel gücü arttırır.

17)İdrar söktürür.

18)Vücudu sivrisinek ve haşerelerden korur.

19)Safra salgısının salınımını arttırır.

20)Kabızlığı önler.

21)saç dökülmesini yavaşlatır.

22)Sesi güzelleştirir.

23)dişleri sağlamlaştırır

24)karında ve bacaklarda toplanan suyun boşalmasına yardımcı olur

25)kolestrolü ayarlar. alyuvarları korur

26)tümörlerin oluşmasını engeller
FAYDALARI

1)Ölümlere sebep olan atardamar kireçlenmesine iyi gelir

2)Yara ve çıbanları iyileştirir.

3)Krampları yok eder.

4)Akciğeri,karaciğeri,Safra kesesini ve kalbi kuvvetlendirir.

5)Bağırsak kurtlarını, diğer parazitleri öldürür.

6)Mide ve bağırsakları dezenfekte eder. Zararlı bakterileri yok eder.

7)organizmanın içinde bulunan kireçli ve yağlı birikintileri temizler

8)Nezleyi yok eder, nefes borusu rahatsızlıklarına,bronşite çok iyi gelir. Veremliler bilhassa sarımsak yemeleri tavsiye edilir.

9)Tansiyonu düşürür.

10)Ateşi düşürür.

11)Bağırsak gazlarını ortadan kaldırır.

12)Grip mikrobunu öldürerek vücudu bu hastalığa karşı korur.

13)İdrar yollarında taş oluşumunu engeller.

14)Kalp adalelerini güçlendirir.

15)Kalbi besleyen kroner damarları genişletir.

16)Cinsel gücü arttırır.

17)İdrar söktürür.

18)Vücudu sivrisinek ve haşerelerden korur.

19)Safra salgısının salınımını arttırır.

20)Kabızlığı önler.

21)saç dökülmesini yavaşlatır.

22)Sesi güzelleştirir.

23)dişleri sağlamlaştırır

24)karında ve bacaklarda toplanan suyun boşalmasına yardımcı olur

25)kolestrolü ayarlar. alyuvarları korur

26)tümörlerin oluşmasını engeller
Devamını Oku

Patatesin Faydaları Nelerdir? Patatesin Faydaları














Patatesin Faydaları
Türk Mutfağı’na oldukça geç katılan ama kendine sağlam bir yer edinen patatesin faydalarını biliyor musunuz?

Patatesin yaklaşık yüzde 20'si karbonhidrat ve kalori değeri oldukça düşüktür.
Bol B vitaminleri, C vitamini, protein, kalsiyum, demir ve fazla miktarda potasyum içerir.

Orta boy bir patates,günlükC vitamini miktarının 1/3'ünü temin eder.

Sindirimi kolaylaştırır. Bağırsakları, böbrekleri ve kanı temizler, kabızlığı önler.

Kansere karşı korur ve yorgunluğa karşı birebirdir.

Ayrıca midenin en yakın dostudur.













Patatesin Faydaları
Türk Mutfağı’na oldukça geç katılan ama kendine sağlam bir yer edinen patatesin faydalarını biliyor musunuz?

Patatesin yaklaşık yüzde 20'si karbonhidrat ve kalori değeri oldukça düşüktür.
Bol B vitaminleri, C vitamini, protein, kalsiyum, demir ve fazla miktarda potasyum içerir.

Orta boy bir patates,günlükC vitamini miktarının 1/3'ünü temin eder.

Sindirimi kolaylaştırır. Bağırsakları, böbrekleri ve kanı temizler, kabızlığı önler.

Kansere karşı korur ve yorgunluğa karşı birebirdir.

Ayrıca midenin en yakın dostudur.
Devamını Oku

Bacak damar tıkanıklığına karşı yapılması gerekenler nelerdir?

Bacaklara giden damarların ateroskleroza (damar sertliği) bağlı tıkanması sonucunda ortaya çıkan tabloya periferik arter hastalığı adı verilir.

Periferik arter hastalığının görülme sıklığı % 12 civarında saptanmıştır. Hastalık kadın ve erkekte eşit oranda saptanır. Bu hastalık, kalp krizi ve beyin felci gibi diğer damar tıkanıklığı sonucunda oluşan hastalıklarla daha fazla beraber gözlenmektedir. Özellikle bacak damarlarında tıkanıklığı olanların kalp krizi veya diğer nedenlerden ölüm oranı 3-4 kat daha fazladır. Ağır tıkanıklıklarda yıllık ölüm oranı % 25'e kadar çıkar.


Risk faktörleri nelerdir?

• Yaş: Hastalık 40 yaş ve üstü daha fazla gözlenmektedir.

• Sigara içimi: Özellikle 10 yılın üstünde ve günde 1 paket sigaradan fazla tüketen kişilerin hastalığa yakalanma oranı çok artmaktadır.

• Şeker hastalığı: Şeker hastalığı olan kişilerde damar yapısında daha hızlı bozulma olduğu için tıkanma da daha hızlı gerçekleşecektir.

• Kan yağlarında yükseklik: Hastalardaki kan kolesterol seviyelerindeki yükseklik damar yapısını bozarak tıkanıklığı şeker hastalığı gibi hızlandırmaktadır.

• Hipertansiyon: Kan basıncı yüksekliği de damar sertliğine gidişi hızlandırarak tıkanıklığın oluşmasında rol oynamaktadır.

Hastalık nasıl anlaşılır?

Hastalarda ilk gözlenen bulgu bacak ağrısıdır. Bu ağrı yürürken artar, dinlenme ile azalır. Özellikle baldır bölgesinde şiddetli hissedilir. Hastaların bir kısmında kan akımındaki azalmaya bağlı olarak bacaklarda yaralar ve kangren gözlenir. Hastalığın şiddeti gittikçe atar ve sonunda 5 yıl içinde % 5 kadarının ayağı kesilmek zorunda kalır.

Sigara bırakılmalıdır...

Bacak ağrısı ile karşılaşan ve 40 yaş üstü kişilerin özellikle yürümekle ağrıları artıyorsa mutlaka bir doktora başvurmaları gerekmektedir. Bu hastalara bacak damarlarının dopler ultrasonu yapılarak damar yapısında tıkanıklık düzeyleri saptanmaktadır.

Bacak damarlarında tıkanıklık saptanan bir kişinin en önemli korunma yolu sigaranın bırakılmasıdır. Sigaraya devam edilmesi halinde bacak kangreni kaçınılmazdır. Hastaların daha sonra yüksek olan kan kolesterol ve trigliserid oranları düşürülmelidir. Bu tedavi kişiyi kalp krizinden de koruyarak iki kat yarar sağlayacaktır. Şeker hastalığı olan ve şeker düzeyleri dengede olmayan hastaların derhal şeker takiplerinin yapılarak açlık şeker düzeylerinin indirilmesi sağlanmalıdır. Bu tipte hastalarda kan basıncında yükseklik saptandığı için kan basınçlarını da indirmek çok doğru bir davranış olacaktır. Tuz alımları da bu nedenle kısıtlanmalıdır.


Nasıl tedavi edilir?

Amaç, tıkanık damarın açılmasıdır. Hastada ani bir damar tıkanıklığı gelişmemişse tıbbi tedavi yöntemleri kullanılmalıdır. Hastalığın tıbbi tedavisinde ilk önce aspirin verilir. Yanında hastalara pıhtılaşmayı önleyici bir takım ilaçlar ve egzersiz tedavisi uygulanır. Son yıllarda damar genişleticiler ve bu bölgedeki oksijenlenmeyi düzenleyici ilaçlar kullanılmaya başlamış.

Kaynak :dahiliye Uzmanı Dr. Soner Dileklen
Bacaklara giden damarların ateroskleroza (damar sertliği) bağlı tıkanması sonucunda ortaya çıkan tabloya periferik arter hastalığı adı verilir.

Periferik arter hastalığının görülme sıklığı % 12 civarında saptanmıştır. Hastalık kadın ve erkekte eşit oranda saptanır. Bu hastalık, kalp krizi ve beyin felci gibi diğer damar tıkanıklığı sonucunda oluşan hastalıklarla daha fazla beraber gözlenmektedir. Özellikle bacak damarlarında tıkanıklığı olanların kalp krizi veya diğer nedenlerden ölüm oranı 3-4 kat daha fazladır. Ağır tıkanıklıklarda yıllık ölüm oranı % 25'e kadar çıkar.


Risk faktörleri nelerdir?

• Yaş: Hastalık 40 yaş ve üstü daha fazla gözlenmektedir.

• Sigara içimi: Özellikle 10 yılın üstünde ve günde 1 paket sigaradan fazla tüketen kişilerin hastalığa yakalanma oranı çok artmaktadır.

• Şeker hastalığı: Şeker hastalığı olan kişilerde damar yapısında daha hızlı bozulma olduğu için tıkanma da daha hızlı gerçekleşecektir.

• Kan yağlarında yükseklik: Hastalardaki kan kolesterol seviyelerindeki yükseklik damar yapısını bozarak tıkanıklığı şeker hastalığı gibi hızlandırmaktadır.

• Hipertansiyon: Kan basıncı yüksekliği de damar sertliğine gidişi hızlandırarak tıkanıklığın oluşmasında rol oynamaktadır.

Hastalık nasıl anlaşılır?

Hastalarda ilk gözlenen bulgu bacak ağrısıdır. Bu ağrı yürürken artar, dinlenme ile azalır. Özellikle baldır bölgesinde şiddetli hissedilir. Hastaların bir kısmında kan akımındaki azalmaya bağlı olarak bacaklarda yaralar ve kangren gözlenir. Hastalığın şiddeti gittikçe atar ve sonunda 5 yıl içinde % 5 kadarının ayağı kesilmek zorunda kalır.

Sigara bırakılmalıdır...

Bacak ağrısı ile karşılaşan ve 40 yaş üstü kişilerin özellikle yürümekle ağrıları artıyorsa mutlaka bir doktora başvurmaları gerekmektedir. Bu hastalara bacak damarlarının dopler ultrasonu yapılarak damar yapısında tıkanıklık düzeyleri saptanmaktadır.

Bacak damarlarında tıkanıklık saptanan bir kişinin en önemli korunma yolu sigaranın bırakılmasıdır. Sigaraya devam edilmesi halinde bacak kangreni kaçınılmazdır. Hastaların daha sonra yüksek olan kan kolesterol ve trigliserid oranları düşürülmelidir. Bu tedavi kişiyi kalp krizinden de koruyarak iki kat yarar sağlayacaktır. Şeker hastalığı olan ve şeker düzeyleri dengede olmayan hastaların derhal şeker takiplerinin yapılarak açlık şeker düzeylerinin indirilmesi sağlanmalıdır. Bu tipte hastalarda kan basıncında yükseklik saptandığı için kan basınçlarını da indirmek çok doğru bir davranış olacaktır. Tuz alımları da bu nedenle kısıtlanmalıdır.


Nasıl tedavi edilir?

Amaç, tıkanık damarın açılmasıdır. Hastada ani bir damar tıkanıklığı gelişmemişse tıbbi tedavi yöntemleri kullanılmalıdır. Hastalığın tıbbi tedavisinde ilk önce aspirin verilir. Yanında hastalara pıhtılaşmayı önleyici bir takım ilaçlar ve egzersiz tedavisi uygulanır. Son yıllarda damar genişleticiler ve bu bölgedeki oksijenlenmeyi düzenleyici ilaçlar kullanılmaya başlamış.

Kaynak :dahiliye Uzmanı Dr. Soner Dileklen
Devamını Oku

Sivas'ın Doktor Balıkları

Türkiye’de (Sivas kenti Kangal ilcesine 15 km. uzaklıkta bir kaplıca) küçük doktor balıklar, insanlara yardım ediyor ve modern tıpta tedavisi olmayan sedef hastalığı ile diğer cilt hastalıklarından kurtarıyor. Balıklar, salgıladığı tükürük ile hastalıklı deriyi yalayarak tedavi ediyor. İşin ilginç tarafı 36 derece sıcaklıkta ve kaynak suyunda yasayabilen bu balıkların beslenmesi de bu şekilde. Aynı zamanda hasta kişi bu havuzlarda ölü derilerini kolayca dökerek kısa sürede iyileşiyor.

2–10 cm arasında değişen bu doktor balıklara Gara Rufa (yağlı balık) deniyor. (Latince)



 
Doktor balıklar, hastanın ölü deri gevreğini yiyerek tedaviye başlıyor. Bu doğal zengin mineral kaynaklarında yaşayan balık türleri sedef hastalığı ve diğer cilt hastalıkları olan hastaların tedavisi için kullanılıyor.  
Michael Lisyak, 26 yaşında, sedef hastalığından tedavi oluyor ve tedavi öncesi ölü deriyi yumuşatmak dökmek için önce kaynak sulu havuzda yüzüyor. 
Balık doktorlar, 62 yaşındaki alman hastası Gangora'nın vücudunu öpercesine bütün vücudu yalayarak ölü deriyi tedaviye başlıyor.

Bu balıkların dişleri yoktur ve dudak hareketleri ile hastalıklı deriyi acıtmadan, tahriş etmeden kopartırlar.

   
Türkiye’de (Sivas kenti Kangal ilcesine 15 km. uzaklıkta bir kaplıca) küçük doktor balıklar, insanlara yardım ediyor ve modern tıpta tedavisi olmayan sedef hastalığı ile diğer cilt hastalıklarından kurtarıyor. Balıklar, salgıladığı tükürük ile hastalıklı deriyi yalayarak tedavi ediyor. İşin ilginç tarafı 36 derece sıcaklıkta ve kaynak suyunda yasayabilen bu balıkların beslenmesi de bu şekilde. Aynı zamanda hasta kişi bu havuzlarda ölü derilerini kolayca dökerek kısa sürede iyileşiyor.

2–10 cm arasında değişen bu doktor balıklara Gara Rufa (yağlı balık) deniyor. (Latince)



 
Doktor balıklar, hastanın ölü deri gevreğini yiyerek tedaviye başlıyor. Bu doğal zengin mineral kaynaklarında yaşayan balık türleri sedef hastalığı ve diğer cilt hastalıkları olan hastaların tedavisi için kullanılıyor.  
Michael Lisyak, 26 yaşında, sedef hastalığından tedavi oluyor ve tedavi öncesi ölü deriyi yumuşatmak dökmek için önce kaynak sulu havuzda yüzüyor. 
Balık doktorlar, 62 yaşındaki alman hastası Gangora'nın vücudunu öpercesine bütün vücudu yalayarak ölü deriyi tedaviye başlıyor.

Bu balıkların dişleri yoktur ve dudak hareketleri ile hastalıklı deriyi acıtmadan, tahriş etmeden kopartırlar.

   
Devamını Oku

Domuz Gribinden Koruyan Besinler Nelerdir ? Domuz Gribinden Koruyan Kürler Nelerdir?

Domuz gribinden doğal kürlerle korunmanın yollarını biliyor musunuz?

Domuz gribi yurt genelinde hızla yayılırken koruyucu önlemler de artıyor. temizliğin önemli olduğu kadar sağlığı koruyucu doğal kürler de korunmada büyük önem taşıyor. Doğal besinlerle nasıl korunacağımız konusunda Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu ile görüştük.



Domuz gribinden korunmanın yolları nelerdir?
Nilgün Yıldız yazıyor




Grip virüsü sürekli mutasyon geçirmektedir. Yani, genetik yapısını değiştirmektedir. Her yıl geliştirilen grip aşısı bir önceki yıla ait grip aşısından farklıdır. Genetik yapısını sürekli değiştiren grip virüsü zaman içerisinde kendine uygun (çoğalabileceği) farklı konaklar bulabilir. Zaman içerisinde değişen genetik yapılarından dolayı hayvanlara konak olarak yerleşebilmiştir.




Gripten korunmak için ne yapılmalı?


İnsanların toplu halde bulundukları (otobüs terminalleri, hava alanları gibi ) ortamlarda uzun bekleme yapılmaması, kapalı mekan eğlence yerlerinde mümkün olduğu kadar tercih edilmemeli. El temizliğine özen gösterilmeli. Anti bakteriyel mendillerin grip virüsüne karşı bir koruyucu olmadığının bilinmesi; el temizliğinin mutlaka akar su altında sabunla yapılması gerekir. Yakın temastan kaçınılması (el sıkışmak, öpüşmek) gerekir. Karaciğer metabolizmasının ve bağırsak florasının sağlıklı çalışması gribe karşı savunmada önemlidir.



Domuz gribinden korunmak için ne yemeliyiz?

C vitamini bakımından zengin sebze ve meyvelerin tercih edilmesi (narenciye, brokoli, trabzon hurması, turp, kuru soğan) yenilmeli.



Uygulanması gereken koruyucu ve önleyici bitki kürleri nelerdir?

Akşam yatmadan ve sabah evden çıkmadan adaçayı gargarası yapılması gerekir.

Grip sonrası hangi bitki türü iyi gelir?

Haftada 3-4 kez kabuk tarçın veya kök zencefil çayı tercih edilmelidir.



Yapılması sakıncalı olan şeyler nelerdir?

Bağışıklık sistemini zayıflatan ağır tatlılardan (baklava, kadayıf, şöbiyet, ekmek tatlısı) ve kızartmalardan (sebze ve et) uzak durulmalıdır.




Gribe karşı yardımcı tedavi kürleri

1. Maydanoz-limon kürü

2. Özellikle de soğan kürü güçlü bir önleyicidir.


Aynı anda 2 kür uygulamayınız. En etkili olan soğan kürüdür.






Maydonoz-limon kürü

15-16 adet maydanozu (gövde saplarıyla beraber) blendırın içerisine atınız. Üzerine taze sıkılmış iki yemek kaşığı limon suyu ilave ediniz. Yaklaşık 125 ml (yarım bardaktan biraz fazla) klorsuz su ilave ettikten sonra blendırı bir-iki dakika çalıştırınız. Blendır’daki içeriği bir bardağa boşaltınız ve sabah kahvaltısından 15 dakika önce içiniz. Her defasında taze hazırlanmalıdır. Bu kür, her sabah 15 gün buyunca uygulayınız ve beş gün ara veriniz. Beş gün aradan sonra aynı kür 15 gün boyunca tekrarlayınız.



Soğan kürü

Kaynamakta olan bir buçuk su bardağı klorsuz suyun içerisine ince kabuğu soyulmuş orta boy bir kuru soğanı dörde bölüp atınız. Beş dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız. Ilıyınca içiniz. 15 gün boyunca aç karnına günde iki kez içiniz (öğleden evvel ve öğleden sonra)

Her defasında taze hazırlanmalıdır. Kullanılacak olan kuru soğan, pazarlarda satılan açık kahverengi kabuklu yemeklik soğandandır. Özellikle bembeyaz soğan aramaya gerek yoktur. Beyaz, kırmızı ve mor soğan kullanılmamalıdır.


Adaçayı

Yaklaşık bir su bardağı kaynamakta olan klorsuz suda bir tatlı kaşığı taze adaçayı on dakika ağzı kapalı olarak kısık ateşte demlenir. Demleme süresi tamamlandıktan sonra bitki daha fazla suyunun içinde bekletilmez, mutlaka süzüp ayrılır. Günde iki-üç defa gargarası yapılır. Ayrıca, beraberinde bir ay boyunca her gün bir çay bardağı adaçayı içilir. Hazırlanan gargara 48 saat bozulmadan banyo dolabınızda durabilir.
Domuz gribinden doğal kürlerle korunmanın yollarını biliyor musunuz?

Domuz gribi yurt genelinde hızla yayılırken koruyucu önlemler de artıyor. temizliğin önemli olduğu kadar sağlığı koruyucu doğal kürler de korunmada büyük önem taşıyor. Doğal besinlerle nasıl korunacağımız konusunda Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu ile görüştük.



Domuz gribinden korunmanın yolları nelerdir?
Nilgün Yıldız yazıyor




Grip virüsü sürekli mutasyon geçirmektedir. Yani, genetik yapısını değiştirmektedir. Her yıl geliştirilen grip aşısı bir önceki yıla ait grip aşısından farklıdır. Genetik yapısını sürekli değiştiren grip virüsü zaman içerisinde kendine uygun (çoğalabileceği) farklı konaklar bulabilir. Zaman içerisinde değişen genetik yapılarından dolayı hayvanlara konak olarak yerleşebilmiştir.




Gripten korunmak için ne yapılmalı?


İnsanların toplu halde bulundukları (otobüs terminalleri, hava alanları gibi ) ortamlarda uzun bekleme yapılmaması, kapalı mekan eğlence yerlerinde mümkün olduğu kadar tercih edilmemeli. El temizliğine özen gösterilmeli. Anti bakteriyel mendillerin grip virüsüne karşı bir koruyucu olmadığının bilinmesi; el temizliğinin mutlaka akar su altında sabunla yapılması gerekir. Yakın temastan kaçınılması (el sıkışmak, öpüşmek) gerekir. Karaciğer metabolizmasının ve bağırsak florasının sağlıklı çalışması gribe karşı savunmada önemlidir.



Domuz gribinden korunmak için ne yemeliyiz?

C vitamini bakımından zengin sebze ve meyvelerin tercih edilmesi (narenciye, brokoli, trabzon hurması, turp, kuru soğan) yenilmeli.



Uygulanması gereken koruyucu ve önleyici bitki kürleri nelerdir?

Akşam yatmadan ve sabah evden çıkmadan adaçayı gargarası yapılması gerekir.

Grip sonrası hangi bitki türü iyi gelir?

Haftada 3-4 kez kabuk tarçın veya kök zencefil çayı tercih edilmelidir.



Yapılması sakıncalı olan şeyler nelerdir?

Bağışıklık sistemini zayıflatan ağır tatlılardan (baklava, kadayıf, şöbiyet, ekmek tatlısı) ve kızartmalardan (sebze ve et) uzak durulmalıdır.




Gribe karşı yardımcı tedavi kürleri

1. Maydanoz-limon kürü

2. Özellikle de soğan kürü güçlü bir önleyicidir.


Aynı anda 2 kür uygulamayınız. En etkili olan soğan kürüdür.






Maydonoz-limon kürü

15-16 adet maydanozu (gövde saplarıyla beraber) blendırın içerisine atınız. Üzerine taze sıkılmış iki yemek kaşığı limon suyu ilave ediniz. Yaklaşık 125 ml (yarım bardaktan biraz fazla) klorsuz su ilave ettikten sonra blendırı bir-iki dakika çalıştırınız. Blendır’daki içeriği bir bardağa boşaltınız ve sabah kahvaltısından 15 dakika önce içiniz. Her defasında taze hazırlanmalıdır. Bu kür, her sabah 15 gün buyunca uygulayınız ve beş gün ara veriniz. Beş gün aradan sonra aynı kür 15 gün boyunca tekrarlayınız.



Soğan kürü

Kaynamakta olan bir buçuk su bardağı klorsuz suyun içerisine ince kabuğu soyulmuş orta boy bir kuru soğanı dörde bölüp atınız. Beş dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız. Ilıyınca içiniz. 15 gün boyunca aç karnına günde iki kez içiniz (öğleden evvel ve öğleden sonra)

Her defasında taze hazırlanmalıdır. Kullanılacak olan kuru soğan, pazarlarda satılan açık kahverengi kabuklu yemeklik soğandandır. Özellikle bembeyaz soğan aramaya gerek yoktur. Beyaz, kırmızı ve mor soğan kullanılmamalıdır.


Adaçayı

Yaklaşık bir su bardağı kaynamakta olan klorsuz suda bir tatlı kaşığı taze adaçayı on dakika ağzı kapalı olarak kısık ateşte demlenir. Demleme süresi tamamlandıktan sonra bitki daha fazla suyunun içinde bekletilmez, mutlaka süzüp ayrılır. Günde iki-üç defa gargarası yapılır. Ayrıca, beraberinde bir ay boyunca her gün bir çay bardağı adaçayı içilir. Hazırlanan gargara 48 saat bozulmadan banyo dolabınızda durabilir.
Devamını Oku

Domuz Gribinden Koruyan Besinler Nelerdir ? Domuz Gribinden Koruyan Kürler Nelerdir?

Domuz gribinden doğal kürlerle korunmanın yollarını biliyor musunuz?

Domuz gribi yurt genelinde hızla yayılırken koruyucu önlemler de artıyor. temizliğin önemli olduğu kadar sağlığı koruyucu doğal kürler de korunmada büyük önem taşıyor. Doğal besinlerle nasıl korunacağımız konusunda Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu ile görüştük.



Domuz gribinden korunmanın yolları nelerdir?
Nilgün Yıldız yazıyor




Grip virüsü sürekli mutasyon geçirmektedir. Yani, genetik yapısını değiştirmektedir. Her yıl geliştirilen grip aşısı bir önceki yıla ait grip aşısından farklıdır. Genetik yapısını sürekli değiştiren grip virüsü zaman içerisinde kendine uygun (çoğalabileceği) farklı konaklar bulabilir. Zaman içerisinde değişen genetik yapılarından dolayı hayvanlara konak olarak yerleşebilmiştir.




Gripten korunmak için ne yapılmalı?


İnsanların toplu halde bulundukları (otobüs terminalleri, hava alanları gibi ) ortamlarda uzun bekleme yapılmaması, kapalı mekan eğlence yerlerinde mümkün olduğu kadar tercih edilmemeli. El temizliğine özen gösterilmeli. Anti bakteriyel mendillerin grip virüsüne karşı bir koruyucu olmadığının bilinmesi; el temizliğinin mutlaka akar su altında sabunla yapılması gerekir. Yakın temastan kaçınılması (el sıkışmak, öpüşmek) gerekir. Karaciğer metabolizmasının ve bağırsak florasının sağlıklı çalışması gribe karşı savunmada önemlidir.



Domuz gribinden korunmak için ne yemeliyiz?

C vitamini bakımından zengin sebze ve meyvelerin tercih edilmesi (narenciye, brokoli, trabzon hurması, turp, kuru soğan) yenilmeli.



Uygulanması gereken koruyucu ve önleyici bitki kürleri nelerdir?

Akşam yatmadan ve sabah evden çıkmadan adaçayı gargarası yapılması gerekir.

Grip sonrası hangi bitki türü iyi gelir?

Haftada 3-4 kez kabuk tarçın veya kök zencefil çayı tercih edilmelidir.



Yapılması sakıncalı olan şeyler nelerdir?

Bağışıklık sistemini zayıflatan ağır tatlılardan (baklava, kadayıf, şöbiyet, ekmek tatlısı) ve kızartmalardan (sebze ve et) uzak durulmalıdır.




Gribe karşı yardımcı tedavi kürleri

1. Maydanoz-limon kürü

2. Özellikle de soğan kürü güçlü bir önleyicidir.


Aynı anda 2 kür uygulamayınız. En etkili olan soğan kürüdür.






Maydonoz-limon kürü

15-16 adet maydanozu (gövde saplarıyla beraber) blendırın içerisine atınız. Üzerine taze sıkılmış iki yemek kaşığı limon suyu ilave ediniz. Yaklaşık 125 ml (yarım bardaktan biraz fazla) klorsuz su ilave ettikten sonra blendırı bir-iki dakika çalıştırınız. Blendır’daki içeriği bir bardağa boşaltınız ve sabah kahvaltısından 15 dakika önce içiniz. Her defasında taze hazırlanmalıdır. Bu kür, her sabah 15 gün buyunca uygulayınız ve beş gün ara veriniz. Beş gün aradan sonra aynı kür 15 gün boyunca tekrarlayınız.



Soğan kürü

Kaynamakta olan bir buçuk su bardağı klorsuz suyun içerisine ince kabuğu soyulmuş orta boy bir kuru soğanı dörde bölüp atınız. Beş dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız. Ilıyınca içiniz. 15 gün boyunca aç karnına günde iki kez içiniz (öğleden evvel ve öğleden sonra)

Her defasında taze hazırlanmalıdır. Kullanılacak olan kuru soğan, pazarlarda satılan açık kahverengi kabuklu yemeklik soğandandır. Özellikle bembeyaz soğan aramaya gerek yoktur. Beyaz, kırmızı ve mor soğan kullanılmamalıdır.


Adaçayı

Yaklaşık bir su bardağı kaynamakta olan klorsuz suda bir tatlı kaşığı taze adaçayı on dakika ağzı kapalı olarak kısık ateşte demlenir. Demleme süresi tamamlandıktan sonra bitki daha fazla suyunun içinde bekletilmez, mutlaka süzüp ayrılır. Günde iki-üç defa gargarası yapılır. Ayrıca, beraberinde bir ay boyunca her gün bir çay bardağı adaçayı içilir. Hazırlanan gargara 48 saat bozulmadan banyo dolabınızda durabilir.
Domuz gribinden doğal kürlerle korunmanın yollarını biliyor musunuz?

Domuz gribi yurt genelinde hızla yayılırken koruyucu önlemler de artıyor. temizliğin önemli olduğu kadar sağlığı koruyucu doğal kürler de korunmada büyük önem taşıyor. Doğal besinlerle nasıl korunacağımız konusunda Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu ile görüştük.



Domuz gribinden korunmanın yolları nelerdir?
Nilgün Yıldız yazıyor




Grip virüsü sürekli mutasyon geçirmektedir. Yani, genetik yapısını değiştirmektedir. Her yıl geliştirilen grip aşısı bir önceki yıla ait grip aşısından farklıdır. Genetik yapısını sürekli değiştiren grip virüsü zaman içerisinde kendine uygun (çoğalabileceği) farklı konaklar bulabilir. Zaman içerisinde değişen genetik yapılarından dolayı hayvanlara konak olarak yerleşebilmiştir.




Gripten korunmak için ne yapılmalı?


İnsanların toplu halde bulundukları (otobüs terminalleri, hava alanları gibi ) ortamlarda uzun bekleme yapılmaması, kapalı mekan eğlence yerlerinde mümkün olduğu kadar tercih edilmemeli. El temizliğine özen gösterilmeli. Anti bakteriyel mendillerin grip virüsüne karşı bir koruyucu olmadığının bilinmesi; el temizliğinin mutlaka akar su altında sabunla yapılması gerekir. Yakın temastan kaçınılması (el sıkışmak, öpüşmek) gerekir. Karaciğer metabolizmasının ve bağırsak florasının sağlıklı çalışması gribe karşı savunmada önemlidir.



Domuz gribinden korunmak için ne yemeliyiz?

C vitamini bakımından zengin sebze ve meyvelerin tercih edilmesi (narenciye, brokoli, trabzon hurması, turp, kuru soğan) yenilmeli.



Uygulanması gereken koruyucu ve önleyici bitki kürleri nelerdir?

Akşam yatmadan ve sabah evden çıkmadan adaçayı gargarası yapılması gerekir.

Grip sonrası hangi bitki türü iyi gelir?

Haftada 3-4 kez kabuk tarçın veya kök zencefil çayı tercih edilmelidir.



Yapılması sakıncalı olan şeyler nelerdir?

Bağışıklık sistemini zayıflatan ağır tatlılardan (baklava, kadayıf, şöbiyet, ekmek tatlısı) ve kızartmalardan (sebze ve et) uzak durulmalıdır.




Gribe karşı yardımcı tedavi kürleri

1. Maydanoz-limon kürü

2. Özellikle de soğan kürü güçlü bir önleyicidir.


Aynı anda 2 kür uygulamayınız. En etkili olan soğan kürüdür.






Maydonoz-limon kürü

15-16 adet maydanozu (gövde saplarıyla beraber) blendırın içerisine atınız. Üzerine taze sıkılmış iki yemek kaşığı limon suyu ilave ediniz. Yaklaşık 125 ml (yarım bardaktan biraz fazla) klorsuz su ilave ettikten sonra blendırı bir-iki dakika çalıştırınız. Blendır’daki içeriği bir bardağa boşaltınız ve sabah kahvaltısından 15 dakika önce içiniz. Her defasında taze hazırlanmalıdır. Bu kür, her sabah 15 gün buyunca uygulayınız ve beş gün ara veriniz. Beş gün aradan sonra aynı kür 15 gün boyunca tekrarlayınız.



Soğan kürü

Kaynamakta olan bir buçuk su bardağı klorsuz suyun içerisine ince kabuğu soyulmuş orta boy bir kuru soğanı dörde bölüp atınız. Beş dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız. Ilıyınca içiniz. 15 gün boyunca aç karnına günde iki kez içiniz (öğleden evvel ve öğleden sonra)

Her defasında taze hazırlanmalıdır. Kullanılacak olan kuru soğan, pazarlarda satılan açık kahverengi kabuklu yemeklik soğandandır. Özellikle bembeyaz soğan aramaya gerek yoktur. Beyaz, kırmızı ve mor soğan kullanılmamalıdır.


Adaçayı

Yaklaşık bir su bardağı kaynamakta olan klorsuz suda bir tatlı kaşığı taze adaçayı on dakika ağzı kapalı olarak kısık ateşte demlenir. Demleme süresi tamamlandıktan sonra bitki daha fazla suyunun içinde bekletilmez, mutlaka süzüp ayrılır. Günde iki-üç defa gargarası yapılır. Ayrıca, beraberinde bir ay boyunca her gün bir çay bardağı adaçayı içilir. Hazırlanan gargara 48 saat bozulmadan banyo dolabınızda durabilir.
Devamını Oku

Domuz Gribi aşısı ile İlgili Bilgiler . Domuz Gribi Aşısı Olunmalımıdır ? Domuz Gribi Aşısının Yan Etkileri Nelerdir?

İşte aşının yan etkileri
Domuz Gribi aşısı yaptıracaklara, aşılar uygulanmadan önce bazı bilgilendirme formları dağıtılıyor

Bu formlarda aşı yaptıracak kişilere aşının yan etkileriyle ilgili Sağlık Bakanlığı’nın uyarıları da bulunuyor.

DOMUZ GRİBİNDEN 10.ÖLÜM

KİMLER AŞI OLMALI?

BAĞIŞIKLIK NASIL ARTTIRILIR?

Türkiye'de, İtalya'da üretilen "fosetria" adlı H1N1 aşısı uygulanmaya başlandı. Aşı olacaklara hastanelerde bilgilendirme formları da dağıtılıyor.

Formlarda aşının kimlere yapılmayacağına ilişkin uyarılar var. Buna göre, yumurtaya karşı allerjisi olanlar, önceki grip aşılarına allerji gösterenler, çevresel sinir sistemi bozukluğundan kaynaklanan gbs sendromu geçirmiş kişiler ile kauçuğun hammaddesi olan latex'e allerjisi olanların aşı olmamaları isteniyor. 38 derece ve üstü ateşi olanlar da aşı yapılmayacak gruplar arasında yer alıyor.

Bilgilendirme formunda aşının yan etkilerine ilişkin uyarılar da var. Buna göre, aşı uygulanan yerde kızarıklık, hassasiyet ve şişlik oluşacak, baş, kas ve eklem ağrısı yaşanabilecek. Ateş, mide bulantısı, terleme, üşüme ve titreme ile lenf bezlerinde şişlik de yan etkiler arasında.

Formda, çok nadiren görülebilecek korkutucu yan etkilere dair uyarılara da yer veriliyor. Ciddi allerjik reaksiyonlar, beyin dokusu, sinir, böbrek ve damar iltihabı, bilinç kaybı ve istemli kaslarda şiddetli ritmik kasılmalar, yüz felci ve solunum sistemi rahatsızlıkları bunlar arasında sayılıyor.

Bilgilendirme formunda bu ağır yan etkilerin, yıllardır kullanılan mevsimsel grip aşılarında zaman zaman görüldüğü hatırlatılıyor. Domuz gribi aşılarında bu tür belirlenmiş yan etkilere şu ana kadar rastlanmadığı, sadece görülebileceği varsayımından yola çıkılarak bu uyarıların yapıldığı vurgulanıyor.
İşte aşının yan etkileri
Domuz Gribi aşısı yaptıracaklara, aşılar uygulanmadan önce bazı bilgilendirme formları dağıtılıyor

Bu formlarda aşı yaptıracak kişilere aşının yan etkileriyle ilgili Sağlık Bakanlığı’nın uyarıları da bulunuyor.

DOMUZ GRİBİNDEN 10.ÖLÜM

KİMLER AŞI OLMALI?

BAĞIŞIKLIK NASIL ARTTIRILIR?

Türkiye'de, İtalya'da üretilen "fosetria" adlı H1N1 aşısı uygulanmaya başlandı. Aşı olacaklara hastanelerde bilgilendirme formları da dağıtılıyor.

Formlarda aşının kimlere yapılmayacağına ilişkin uyarılar var. Buna göre, yumurtaya karşı allerjisi olanlar, önceki grip aşılarına allerji gösterenler, çevresel sinir sistemi bozukluğundan kaynaklanan gbs sendromu geçirmiş kişiler ile kauçuğun hammaddesi olan latex'e allerjisi olanların aşı olmamaları isteniyor. 38 derece ve üstü ateşi olanlar da aşı yapılmayacak gruplar arasında yer alıyor.

Bilgilendirme formunda aşının yan etkilerine ilişkin uyarılar da var. Buna göre, aşı uygulanan yerde kızarıklık, hassasiyet ve şişlik oluşacak, baş, kas ve eklem ağrısı yaşanabilecek. Ateş, mide bulantısı, terleme, üşüme ve titreme ile lenf bezlerinde şişlik de yan etkiler arasında.

Formda, çok nadiren görülebilecek korkutucu yan etkilere dair uyarılara da yer veriliyor. Ciddi allerjik reaksiyonlar, beyin dokusu, sinir, böbrek ve damar iltihabı, bilinç kaybı ve istemli kaslarda şiddetli ritmik kasılmalar, yüz felci ve solunum sistemi rahatsızlıkları bunlar arasında sayılıyor.

Bilgilendirme formunda bu ağır yan etkilerin, yıllardır kullanılan mevsimsel grip aşılarında zaman zaman görüldüğü hatırlatılıyor. Domuz gribi aşılarında bu tür belirlenmiş yan etkilere şu ana kadar rastlanmadığı, sadece görülebileceği varsayımından yola çıkılarak bu uyarıların yapıldığı vurgulanıyor.
Devamını Oku

Ağız Kokusunu Önlemenin Yolları Nelerdir? Ağız Kokusuna Karşı Yapılması Gerekenler Nelerdir?

Ağız kokusunun sebebi ölü bakterilerin atık maddesi olan ve 'volatile sülfür' ismi verilen bir gazdır. Nefeste oluşan kötü koku büyük oranda ağız içinden kaynaklanır. Ağız içi bir infeksiyon, ilerlemiş bir dişeti hastalığı yada sadece ağız içinde birkaç saatten fazla kalmış gıda artıklarına yerleşen bakteriler kokuya sebep olurlar.

Ağız kokusuna sebep olan problemler: Tonsilit, akciğer iltihabı, sinüzit, şeker hastalığı (aseton kokusu), mide bağırsak hastalıkları, böbrek yetmezliği (balıksı koku), karaciğer ve metabolizma bozukluklarıdır.

Ağız kokusunda yapılması gereken öncelikle teşhis ve tedavidir.

Ağız kokularında yapılması gerekenler:

* Tüm çürükler tedavi edilmeli.
* Diş eti hastalığı tedavi edilmeli. Cepler ve diş taşları önlenmelidir.
* Gömük ve yarı gömük 20 yaş dişleri çekilmelidir.

Ağız kokusunu önlemek için bunları uygulayın:

* Her öğünden sonra dişlerinizi 3 dk fırçalayınız ve günde bir kez diş ipi kullanınız.
* Diş fırçanızı kuru ve temiz bir yerde muhafaza ediniz ve kullandıktan sonra iyice yıkayınız.
* Dil çok girintili ve pütürlü yapısı sebebiyle bakterilerin rahatça yerleşip zor temizlenebileceği bir dokudur.
Dişlerinizle birlikte dilin yüzeyinin ve özellikle arka kısmının fırçalanması kokuyu önlemek açısından önemlidir.
* Nane şekeri,ağız spreyleri yada gargaralar ağız kokusunu önlemez sadece kısa bir süre (5-7 dk) önler.
* Ağız kokusunu önlemek için su ve hidrojen peroksit’den hazırlayacağınız bir gargara olumlu etki yaratabilir.
* Gıda kaynaklı (sarımsak ,soğan,alkol vb) kokularda ise ertesi sabah aç karnına içilen bir bardak soğuk süt kokuyu belirgin miktarda azaltır.

Ağız kokusunun sebebi ölü bakterilerin atık maddesi olan ve 'volatile sülfür' ismi verilen bir gazdır. Nefeste oluşan kötü koku büyük oranda ağız içinden kaynaklanır. Ağız içi bir infeksiyon, ilerlemiş bir dişeti hastalığı yada sadece ağız içinde birkaç saatten fazla kalmış gıda artıklarına yerleşen bakteriler kokuya sebep olurlar.

Ağız kokusuna sebep olan problemler: Tonsilit, akciğer iltihabı, sinüzit, şeker hastalığı (aseton kokusu), mide bağırsak hastalıkları, böbrek yetmezliği (balıksı koku), karaciğer ve metabolizma bozukluklarıdır.

Ağız kokusunda yapılması gereken öncelikle teşhis ve tedavidir.

Ağız kokularında yapılması gerekenler:

* Tüm çürükler tedavi edilmeli.
* Diş eti hastalığı tedavi edilmeli. Cepler ve diş taşları önlenmelidir.
* Gömük ve yarı gömük 20 yaş dişleri çekilmelidir.

Ağız kokusunu önlemek için bunları uygulayın:

* Her öğünden sonra dişlerinizi 3 dk fırçalayınız ve günde bir kez diş ipi kullanınız.
* Diş fırçanızı kuru ve temiz bir yerde muhafaza ediniz ve kullandıktan sonra iyice yıkayınız.
* Dil çok girintili ve pütürlü yapısı sebebiyle bakterilerin rahatça yerleşip zor temizlenebileceği bir dokudur.
Dişlerinizle birlikte dilin yüzeyinin ve özellikle arka kısmının fırçalanması kokuyu önlemek açısından önemlidir.
* Nane şekeri,ağız spreyleri yada gargaralar ağız kokusunu önlemez sadece kısa bir süre (5-7 dk) önler.
* Ağız kokusunu önlemek için su ve hidrojen peroksit’den hazırlayacağınız bir gargara olumlu etki yaratabilir.
* Gıda kaynaklı (sarımsak ,soğan,alkol vb) kokularda ise ertesi sabah aç karnına içilen bir bardak soğuk süt kokuyu belirgin miktarda azaltır.

Devamını Oku

Brokolinin Yararları Nelerdir? Brokolinin Faydaları Nelerdir?




Brokoli; yüksek miktarda kalsiyum, kükürt, potasyum ve selenyum maddeleri içerir. Mineral ve demir eksikliğini gideren brokoli vitamin deposudur. Brokoli suyunun havuç veya elma suyuyla karıştırılarak içilmesinin de fayda vardır.

Brokolide, havuçtandan daha fazla beta karoten vardır. Bu yüzden yenilebilecek, suyu içilebilecek en iyi besinlerden biridir. Beta karotenin, güçlü bir kanser savaşçısıdir yemek borusu, mide, bağırsak kanserleri tehlikesini azaltır. Brokoli ayrıca, B1 ve C vitamini ile doludur.



Brokoli; yüksek miktarda kalsiyum, kükürt, potasyum ve selenyum maddeleri içerir. Mineral ve demir eksikliğini gideren brokoli vitamin deposudur. Brokoli suyunun havuç veya elma suyuyla karıştırılarak içilmesinin de fayda vardır.

Brokolide, havuçtandan daha fazla beta karoten vardır. Bu yüzden yenilebilecek, suyu içilebilecek en iyi besinlerden biridir. Beta karotenin, güçlü bir kanser savaşçısıdir yemek borusu, mide, bağırsak kanserleri tehlikesini azaltır. Brokoli ayrıca, B1 ve C vitamini ile doludur.
Devamını Oku

Babet Ayakkabılar Sağlığa Zararlımıdır? Babet Ayakkabıların Ayaklara Zararları Nelerdir?

Uzmanlar, özellikle son yıllarda moda olan ve rahat olduğu için sağlıklı olduğu da düşünülen babetlerin en az yüksek topuklular kadar zararlı olduğu konusunda uyarıyorlar.

Uzmanlara göre ideal topuk yüksekliği 5 cm olmalı. RealAge olarak konuyla ilgili bilgi almak için Anadolu Sağlık Merkezi’nden Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof.Dr. Semih Akı'ya başvurduk.Prof.Dr. Akı, yüksek topuklu ve babet ayakkabıların zararlarını anlattı.

Ayakkabı seçerken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta nedir?

Ayakkabı seçimindeki en önemli noktalardan biri topuk yüksekliğidir. Topuk yüksekliği 5 cm’den yüksek olmamalıdır. Ayrıca yeterince geniş olmalıdır. Daha yüksek topuk, ağırlığın daha fazla ayak tarafından taşınması demektir.

Ayak deformitelerinin en büyük nedenleri yüksek topuklu ayakkabı kullanımıdır. Topuk ve ayakkabı ön tarafı şok absorbe eden bır materyalden oluşmalı. Parmakların yeterince rahat sığabildiği genişlikte olmalıdır.

Yüksek topuklu ayakkabılar ne gibi sonuçlara yol açar?

Yüksek topuklu ayakkabılar binen yükü ayak topuğunda öne doğru kaydırmakta ve ayak ön bölümünün aşırı stres altında kalmasına neden olmaktadır. Bu tür ayakkabılar aynı zamanda diz kalça ve bel bölgesinde vücut ağırlık merkezinin değişimine neden olarak bu bölgelerdeki bağlarda aşırı gerilmeye, eklemlerde aşırı yüklenmeye ve kaslarda aşırı çalışmaya neden olarak diz kalça ve ozellikle bel ağrılarına neden olmaktadır.

Yüksek topuklu ayakkabılar düşme riskini attırıp özellikle ayak bileği çevresındeki bağlarda yaralanmalara neden olmaktadır.

Ayakkabının modeli ve malzemesi önemli midir?

Evet önemlidir. Günlük kullanımda ayak bileğini sıkıca kavrayan ayakkabılar destek vermesi bakımından tercih edilmelidir. Ancak sürekli bu tarz ayakkabıların kullanımı ayak bileği kaslarında zayıflamaya da neden olabilir.

Ayrıca ayakkabı ön ve arka bölümlerinde her iki el arasında çamaşır büker gibi bükülmeye çalışıldığında kolayca deforme olmamalıdır.Topuk arka kısmı, ayağa arkadan destek verecek kadar yüksek ve sert materyalden yapılmış olmalıdır. Malzeme olarak da sentetik materyalden uzak durmalı, dogal deri ayakkabılar tercih edilmelidir. Doğal deri materyaller daima hava sirkülasyonu sağlamaktadır.

Ayakkabının büyüklüğü nasıl olmalıdır?

İnsanların ayak ölçüsü yaşla beraber artar.

Ayrıca her iki ayak ölçüsünün birebir aynı olmama ihtimali vardır. Günün sonunda da ayaklar şişer. Bu nedenle en uzun ayak parmağına (Yunan ayak modelinde ikinci parmak birinci parmaktan uzundur) göre ayakkabı seçmek gerekir. Ayrıca ayakkabı alırken eni geniş, dar kalıp ayakkabı ya da yarım numara seçeneklerini sorun. Normalden küçük ayakkabılar ayağınızı sıkar büyükler ise düşmenize neden olabilir. Yeni aldığınız ayakkabıları ayağınıza zarar vermeden uyum göstermesi için giyme süresi aşama aşara arttırın. Birkaç gün sonra ayakkabı ayağınıza daha iyi uyum sağlayacaktır.
Uzmanlar, özellikle son yıllarda moda olan ve rahat olduğu için sağlıklı olduğu da düşünülen babetlerin en az yüksek topuklular kadar zararlı olduğu konusunda uyarıyorlar.

Uzmanlara göre ideal topuk yüksekliği 5 cm olmalı. RealAge olarak konuyla ilgili bilgi almak için Anadolu Sağlık Merkezi’nden Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof.Dr. Semih Akı'ya başvurduk.Prof.Dr. Akı, yüksek topuklu ve babet ayakkabıların zararlarını anlattı.

Ayakkabı seçerken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta nedir?

Ayakkabı seçimindeki en önemli noktalardan biri topuk yüksekliğidir. Topuk yüksekliği 5 cm’den yüksek olmamalıdır. Ayrıca yeterince geniş olmalıdır. Daha yüksek topuk, ağırlığın daha fazla ayak tarafından taşınması demektir.

Ayak deformitelerinin en büyük nedenleri yüksek topuklu ayakkabı kullanımıdır. Topuk ve ayakkabı ön tarafı şok absorbe eden bır materyalden oluşmalı. Parmakların yeterince rahat sığabildiği genişlikte olmalıdır.

Yüksek topuklu ayakkabılar ne gibi sonuçlara yol açar?

Yüksek topuklu ayakkabılar binen yükü ayak topuğunda öne doğru kaydırmakta ve ayak ön bölümünün aşırı stres altında kalmasına neden olmaktadır. Bu tür ayakkabılar aynı zamanda diz kalça ve bel bölgesinde vücut ağırlık merkezinin değişimine neden olarak bu bölgelerdeki bağlarda aşırı gerilmeye, eklemlerde aşırı yüklenmeye ve kaslarda aşırı çalışmaya neden olarak diz kalça ve ozellikle bel ağrılarına neden olmaktadır.

Yüksek topuklu ayakkabılar düşme riskini attırıp özellikle ayak bileği çevresındeki bağlarda yaralanmalara neden olmaktadır.

Ayakkabının modeli ve malzemesi önemli midir?

Evet önemlidir. Günlük kullanımda ayak bileğini sıkıca kavrayan ayakkabılar destek vermesi bakımından tercih edilmelidir. Ancak sürekli bu tarz ayakkabıların kullanımı ayak bileği kaslarında zayıflamaya da neden olabilir.

Ayrıca ayakkabı ön ve arka bölümlerinde her iki el arasında çamaşır büker gibi bükülmeye çalışıldığında kolayca deforme olmamalıdır.Topuk arka kısmı, ayağa arkadan destek verecek kadar yüksek ve sert materyalden yapılmış olmalıdır. Malzeme olarak da sentetik materyalden uzak durmalı, dogal deri ayakkabılar tercih edilmelidir. Doğal deri materyaller daima hava sirkülasyonu sağlamaktadır.

Ayakkabının büyüklüğü nasıl olmalıdır?

İnsanların ayak ölçüsü yaşla beraber artar.

Ayrıca her iki ayak ölçüsünün birebir aynı olmama ihtimali vardır. Günün sonunda da ayaklar şişer. Bu nedenle en uzun ayak parmağına (Yunan ayak modelinde ikinci parmak birinci parmaktan uzundur) göre ayakkabı seçmek gerekir. Ayrıca ayakkabı alırken eni geniş, dar kalıp ayakkabı ya da yarım numara seçeneklerini sorun. Normalden küçük ayakkabılar ayağınızı sıkar büyükler ise düşmenize neden olabilir. Yeni aldığınız ayakkabıları ayağınıza zarar vermeden uyum göstermesi için giyme süresi aşama aşara arttırın. Birkaç gün sonra ayakkabı ayağınıza daha iyi uyum sağlayacaktır.
Devamını Oku

Sigarayı Bıraktıran Aşı Bulundu. Sigarayı Bıraktıran Aşı İcat Edildi.

NIcVAX adı verilen aşı sigara tiryakilerini bu kötü alışkanlıklardan kurtarmak için üretildi.



NIcVAX adı verilen aşı, vücuda enjekte edilen antikorların bağımlılık yaratan nikotin moleküllerini engellemesini sağlıyor. Bu sayede nikotin molekülleri kan yoluyla beyne ulaşamıyor ve içici sigaradan istediği keyfi alamıyor. Aynı zamanda bunun bağımlılık yaratıcı etkisi de ortadan kaldırılmış oluyor.

Uzmanlar aşının bu yönüyle bugüne kadar sigarayı bırakmaya yardımcı olarak piyasaya sürülen nikotin tabletleri ve sakızlardan farklı olduğuna dikkat çekiyor. Aşının laboratuvardaki ilk insanlı deneylerinde yüzde 50'ye varan başarı sağlandı. Glaxo'nun aşı için 540 milyon dolar yatırım yaptığı ve bu aşıdan milyarlarca dolar gelir elde etmeyi beklediği belirtiliyor. Aşıyı kullanan deneklerin 1 yıl içinde yeniden sigara içmeme oranı aşısız sigara bırakanlara göre 3.5 kat daha başarılı. Aşı 1 yıldan az bir süre içinde piyasaya çıkacak. Sigarayı bırakmak isteyenler aşıyı birkaç ay üst üste olmak zorunda.
NIcVAX adı verilen aşı sigara tiryakilerini bu kötü alışkanlıklardan kurtarmak için üretildi.



NIcVAX adı verilen aşı, vücuda enjekte edilen antikorların bağımlılık yaratan nikotin moleküllerini engellemesini sağlıyor. Bu sayede nikotin molekülleri kan yoluyla beyne ulaşamıyor ve içici sigaradan istediği keyfi alamıyor. Aynı zamanda bunun bağımlılık yaratıcı etkisi de ortadan kaldırılmış oluyor.

Uzmanlar aşının bu yönüyle bugüne kadar sigarayı bırakmaya yardımcı olarak piyasaya sürülen nikotin tabletleri ve sakızlardan farklı olduğuna dikkat çekiyor. Aşının laboratuvardaki ilk insanlı deneylerinde yüzde 50'ye varan başarı sağlandı. Glaxo'nun aşı için 540 milyon dolar yatırım yaptığı ve bu aşıdan milyarlarca dolar gelir elde etmeyi beklediği belirtiliyor. Aşıyı kullanan deneklerin 1 yıl içinde yeniden sigara içmeme oranı aşısız sigara bırakanlara göre 3.5 kat daha başarılı. Aşı 1 yıldan az bir süre içinde piyasaya çıkacak. Sigarayı bırakmak isteyenler aşıyı birkaç ay üst üste olmak zorunda.
Devamını Oku

Migren,Felç Riskini Arttırıyormu ? Migrenin Felçe Etkisi Nedir?

Migren hastalığı olanların felç riskinin 2 kattan daha fazla olduğu ve özellikle kadınlarda riskin daha yüksek olduğu belirtildi.

Amerikan Kalp Derneği'nin yıllık toplantısında sunulan araştırmaya göre, iskemik felç, beyne giden kanın plak birikimi yada kan pıhtılaşması tarafından kesilmesiye oluşuyor. Bu çalışmada John Hopkins Üniversitesi Tıp Okulu'ndan araştırmacılar, Avrupa ve Kuzey Amerika'da yaşayan yaşları 18 ile 70 arasında değişen 622 bin 381 kadın ve erkeği kapsayan 21 çalışmanın bulgularını değerlendirdiler.

Migreni olanlarda istemik felç riskinin 2,3 kat daha fazla görüldüğünü söyleyen araştırmacılar, aura migren (baş ağrısının görme bozukluğuyla, duyu, kuvvet ve denge kaybıyla karakterize olan erken dönemi) görülen kişilerde ise riskin 2,5 kat fazla olduğu belirttiler. Migreni olan kadınlarda ise felç riski 2,9 olarak bulundu.

Bir dizi migreni önleme ve tedavi seçenekleri bulunduğunu söyleyen araştırmacılar, bunlar arasında sigarayı bırakma, kan basıncını düşürmek için ilaç kullanma ya da aspirin gibi kan seyreltici ilaçlar kullanmanın yer aldığını açıkladılar. Migreni olan kadınlara ise bunların yanında doğum kontrol hapları ile hormon tedavisini bırakmaları öneriliyor.
Migren hastalığı olanların felç riskinin 2 kattan daha fazla olduğu ve özellikle kadınlarda riskin daha yüksek olduğu belirtildi.

Amerikan Kalp Derneği'nin yıllık toplantısında sunulan araştırmaya göre, iskemik felç, beyne giden kanın plak birikimi yada kan pıhtılaşması tarafından kesilmesiye oluşuyor. Bu çalışmada John Hopkins Üniversitesi Tıp Okulu'ndan araştırmacılar, Avrupa ve Kuzey Amerika'da yaşayan yaşları 18 ile 70 arasında değişen 622 bin 381 kadın ve erkeği kapsayan 21 çalışmanın bulgularını değerlendirdiler.

Migreni olanlarda istemik felç riskinin 2,3 kat daha fazla görüldüğünü söyleyen araştırmacılar, aura migren (baş ağrısının görme bozukluğuyla, duyu, kuvvet ve denge kaybıyla karakterize olan erken dönemi) görülen kişilerde ise riskin 2,5 kat fazla olduğu belirttiler. Migreni olan kadınlarda ise felç riski 2,9 olarak bulundu.

Bir dizi migreni önleme ve tedavi seçenekleri bulunduğunu söyleyen araştırmacılar, bunlar arasında sigarayı bırakma, kan basıncını düşürmek için ilaç kullanma ya da aspirin gibi kan seyreltici ilaçlar kullanmanın yer aldığını açıkladılar. Migreni olan kadınlara ise bunların yanında doğum kontrol hapları ile hormon tedavisini bırakmaları öneriliyor.
Devamını Oku

Balı, süt veya çaya karıştırmayın!!!!

Balı, süt veya çaya karıştırmayın / 20:47:04-28/10/09
Doç. Dr. Ahmet Güler, balın 43 derecenin üzerinde ısıya maruz kalması halinde besin değerini yitirdiğini, bu derecenin üzerinde süt veya çaya konulan balın tatlandırıcıdan öteye geçmeyeceğini söyledi.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Güler, balın 43 derecenin üzerinde ısıya maruz kalması halinde besin değerini yitirdiğini, bu derecenin üzerinde süt veya çaya konulan balın tatlandırıcıdan öteye geçmeyeceğini söyledi.

''Domuz gribi'' ile birlikte birçok hastalık için vücut direncinin artırılması için beslenme uzmanları tarafından tavsiye edilen, yüz yıllardır şifa kaynağı olarak gösterilen balın nasıl tüketileceği de önem taşıyor.

Uzun yıllardır arıcılık üzerine araştırmalarını sürdüren Doç. Dr. Ahmet Güler, AA muhabirine yaptığı açıklamada, balın besin değeri korunarak tüketilmesinin son derece önemli olduğunu vurguladı.

İçinde yararlı enzimler, proteinler, asitler, vitamin ve mineraller bulunduran balın besin değerinin son derece yüksek olduğunun altını çizen Güler, balın adeta bir enerji ve şifa kaynağı olduğunu hatırlattı.

Balın yüksek derece ısıda besin değerini yitirdiğine işaret eden Güler, şu bilgileri verdi:

''Bal 43 derecenin üzerinde sıcaklığa maruz kaldığında besin değerini yitirir, bu derecenin üzerinde süt veya çaya konulan bal tatlandırıcıdan öteye geçmez. Ilık süt, su veya meyve suyuna, çaya konulabilir. Balın kaynatılması ise bütün besin değerini yitirmesine neden olur. Bal yüksek ısıda kaynatıldıktan sonra tüketiciye sunulduğunda buna kesinlikle bal diyemeyiz.''

''KRİSTALLEŞEN BAL KALİTELİDİR''

Doç. Dr. Ahmet Güler, balın kristalleşmesinin ise halk arasında sanıldığı gibi şekerleşmediğini, bunun ''Bal üretiminde şeker kullanıldığını göstermediğini söyledi.

''Kristalleşen bal kalitelidir'' diyen Güler, balın kristalleşmesinin üretilen bitki çeşidine ve üretim yapılan yerin rakımına bağlı olduğunu kaydetti.

Balın buzdolabına konulmaması uyarısında da bulunan Doç. Dr. Güler, buzdolabında balın yapısının bozulacağını hatırlatarak, en iyi saklama koşulunun oda sıcaklığında güneş almayan bir yer olduğunu sözlerine ekledi.

AA
Balı, süt veya çaya karıştırmayın / 20:47:04-28/10/09
Doç. Dr. Ahmet Güler, balın 43 derecenin üzerinde ısıya maruz kalması halinde besin değerini yitirdiğini, bu derecenin üzerinde süt veya çaya konulan balın tatlandırıcıdan öteye geçmeyeceğini söyledi.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Güler, balın 43 derecenin üzerinde ısıya maruz kalması halinde besin değerini yitirdiğini, bu derecenin üzerinde süt veya çaya konulan balın tatlandırıcıdan öteye geçmeyeceğini söyledi.

''Domuz gribi'' ile birlikte birçok hastalık için vücut direncinin artırılması için beslenme uzmanları tarafından tavsiye edilen, yüz yıllardır şifa kaynağı olarak gösterilen balın nasıl tüketileceği de önem taşıyor.

Uzun yıllardır arıcılık üzerine araştırmalarını sürdüren Doç. Dr. Ahmet Güler, AA muhabirine yaptığı açıklamada, balın besin değeri korunarak tüketilmesinin son derece önemli olduğunu vurguladı.

İçinde yararlı enzimler, proteinler, asitler, vitamin ve mineraller bulunduran balın besin değerinin son derece yüksek olduğunun altını çizen Güler, balın adeta bir enerji ve şifa kaynağı olduğunu hatırlattı.

Balın yüksek derece ısıda besin değerini yitirdiğine işaret eden Güler, şu bilgileri verdi:

''Bal 43 derecenin üzerinde sıcaklığa maruz kaldığında besin değerini yitirir, bu derecenin üzerinde süt veya çaya konulan bal tatlandırıcıdan öteye geçmez. Ilık süt, su veya meyve suyuna, çaya konulabilir. Balın kaynatılması ise bütün besin değerini yitirmesine neden olur. Bal yüksek ısıda kaynatıldıktan sonra tüketiciye sunulduğunda buna kesinlikle bal diyemeyiz.''

''KRİSTALLEŞEN BAL KALİTELİDİR''

Doç. Dr. Ahmet Güler, balın kristalleşmesinin ise halk arasında sanıldığı gibi şekerleşmediğini, bunun ''Bal üretiminde şeker kullanıldığını göstermediğini söyledi.

''Kristalleşen bal kalitelidir'' diyen Güler, balın kristalleşmesinin üretilen bitki çeşidine ve üretim yapılan yerin rakımına bağlı olduğunu kaydetti.

Balın buzdolabına konulmaması uyarısında da bulunan Doç. Dr. Güler, buzdolabında balın yapısının bozulacağını hatırlatarak, en iyi saklama koşulunun oda sıcaklığında güneş almayan bir yer olduğunu sözlerine ekledi.

AA
Devamını Oku

21 Kasım 2009 Cumartesi

Balık Zehirlenmelerine Dikkat ! Balık Zehirlenmesinde Yapılacaklar Nelerdir?

Balık ve diğer su ürünlerinin zehirlenerek ölüme sebep olduğunu belirten uzmanlar, bu konuda vatandaşları uyardı.
Samsun Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürü Uzman Veteriner Hekim İsmail Aydın, kurumlarında balık ve diğer su ürünleri hastalıklarıyla ilgili kapsamlı araştırma ve teşhis yaptıklarını belirterek, vatandaşların balık zehirlenmelerine karşı dikkatli olmasını istedi. Balık hastalıklarının Türkiye için yeni bir konu olduğunu ve bu konuda bilgi birikimi bulunmadığını kaydeden Aydın, bu alandaki çalışmalara hız verilmesi gerektiğini söyledi.


Enstitü hizmet bölgesinde kültür balıkçılığının diğer bölgelere nazaran daha hızlı geliştiğini ve bölgede yaklaşık 170 işletme bulunduğunu ifade eden Aydın, "Bu işletmeler, enstitü uzmanlarının kontrolünde. Kurum uzmanları, balık hastalıkları konusunda araştırma yapıyor. Balık işletmelerinin sorunlarının çözülmesinde bilimsel verilere göre hareket ediyoruz. Bugüne kadar yapılan araştırmalara göre, balık çiftliklerinde özellikle Yersiniozis hastalığı çok yaygın. Bununla birlikte Vibrio, Aeromonas, Pseudomas, Edwardsiella ve Mixobacter infeksiyonları da tespit edildi. Suya karışan sanayi atıkları suyun kalitesini bozarak özellikle bakır, çinko ve civa zehirlenmesine yol açıyor. Yağmur suları, suda kurşun birikimine sebep olduğu için kurşun zehirlenmesi meydana getiriyor. Sağlıklı beslenmek için beyaz et tüketimi önemli. Ancak, özellikle balık ve deniz ürünlerinin bilinçli tüketilmesi, sağlıklı muhafaza edilmiş ve ambalajlanmış, orijini bilinen, kontrolü yapılmış, hijyenik su ürünlerinin tüketilmesi gerekiyor" dedi.

"MİDYE ZEHİRLEMESİ ÖLDÜRÜYOR"
Kirli sularda avlanan balık, midye ve diğer su ürünlerinin insan sağlığına zarar verdiğini ifade eden İsmail Aydın, "Kabuklu deniz hayvanları, insanlarda ishalle birlikte seyreden tehlikeli yiyecek zehirlenmelerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Havaların ısınmasıyla birlikte risk faktörü daha da artmaktadır. Bu durum halk nazarında bu ürünlere karşı güvenin sarsılmasına ve tüketimin azalmasına sebep olmaktadır. Yeterince işlem görmemiş ya da çiğ olarak tüketilen deniz kabuklularının tüketimini takiben zehirlenme belirtileri ortaya çıkabilmektedir. Bu deniz canlılarının besinleri süzerek, ağır ağır yemesi nedeniyle, lağım sularıyla kirlenmiş sulardan yüksek miktarda mikrop ve atık madde (toksinleri) almalarına ve vücutlarında biriktirmelerine yol açar. Kabuklu deniz hayvanları, iyi pişirilmesine rağmen iç organlardaki patojenler yeterli şekilde yok edilemeyebilir. Toksin birikimi de yüksek ısıyla yok edilemez. Çok düşük miktarlarda, mide ve bağırsaklar için zararlı ürünler gıdalarda kalabilir ve bu ürünler tüketimi takiben hastalıklara neden olurlar. Bazı midye türleri de yendikleri zaman toksik etki gösterebilir (Mytilus edulus ve Modiola modiolus cinsi midyeler)" dedi.


Midye zehirlenmelerinde, zehirlenme belirtisi olarak aşırı duyarlılık ve felç, parmak uçlarında iğne batması gibi karıncalanma hissi, dudaklarda sızlama ve uyuşukluk hissedildiğini söyleyen veteriner hekim Aydın, "Sersemlik, uyuklama, boğazda sıkışma ve kuruluk, bazı vakalarda konuşmada bozukluk vardır. Ağır vakalarda ölüm solunum yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Toksin ihtiva eden midyelerden 4-5 tanesinin yenmesiyle bile ölüm meydana gelebilir. Bu toksinin çok kuvvetli bir zehir olan potasyum siyanürden 50 kez daha güçlü olduğu bildirilmiştir. Midye yendikten sonra bir rahatsızlık hissedilmesi halinde, gecikmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Midye zehirlenmesi olayları ABD, Fransa, İrlanda, İngiltere ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde sık meydana geliyor. Ülkemizde midye zehirlenmesinin gelişmiş ülkelere oranla daha az görülmesinin sebebi, dini inanış boyutuna paralel olarak daha az tüketilmesinden kaynaklanmaktadır" diye konuştu.

"BOZULAN BALIKTA 12 SAAT İÇİNDE 68 MİLYAR BAKTERİ OLUŞUYOR"
Sahillerde yaşayan birçok deniz hayvanının toksin ihtiva ettiğini ifade eden Aydın, "İnsanlar bazı balıklara temas etmekle de zehirlenebilir. Bu balıkların yüzgeçleri birtakım dikenler ihtiva eder. Dikenin kaidesindeki kesede bulunan zehir, kesenin kanalı vasıtasıyla dikenin açtığı yaraya boşaltılır. Memleketimizde bulunan bu nevi balıklar: tarakonya, çarpan balık, kum tarakonyası, varsan balığı, rina balığı, iğneli vatoz balığı, tırpana balığı, kazık kuyruğu balığı, folya balığı, tatlı su levreği gibi balıklardır. Doğal olarak toksin ihtiva eden bir tek balığın bile yenmesi, ölüme sebep olabilir. Balıkçılık sektöründeki sorunlardan bir tanesi de çiftliklerde bilinçsiz kimyasal madde ve ilaç kullanımı sonucu oluşan ilaç kalıntısı birikimidir. Avrupa Birliği ülkeleri, ithal ettikleri su ürünlerinde ilaç kalıntısı için belli bir standart getirmişlerdir. Balıkların yaşadıkları ortamda yeterli sayıda hastalık etkeni bulunursa, balıklarda yaralanma, organ bozuklukları, zayıflama ve stres gibi faktörlerle birlikte hem balığın kendi sağlığını bozan, hem de kesim sonrası balık etinin değerini düşüren hastalıklar meydana gelir" şeklinde konuştu.
Balık etinin protein yönünden zengin olduğunu vurgulayan, ancak balık çiftliklerinin hijyenik olması gerektiğini vurgulayan Aydın, "Uygun şartlarda balık vücudunda bir bakteri her 20 dakikada bir çoğalmaktadır. Periyodik olarak çoğalan bir bakteri hücresinden 12 saat sonra 68 milyar adet bakteri meydana geldiği dikkate alınırsa, bozulmaya uğramış bir balık etini yiyen kişinin ne kadar risk altında olduğu anlaşılır" dedi.


Deniz ürünleri pişirilirken ortaya çıkan dumanın solunmasının, astım, rinitis, larenks ödemi veya rinokonjuktivitise sebebiyet verdiğini hatırlatan İsmail Aydın, daha sonra şunları söyledi:


"Balık alerjileri, sindirimi takiben en erken 2 dakikada ortaya çıkabilir. Deniz ürünleri alerjilerinin belirtileri de genellikle 1 saat içinde ortaya çıkar. İnsanlarda deniz ürünleri anafilaktik şoka sebep olabilir. Bazı bakteriler orkinos, uskumru, palamut gibi balık türlerinde toksin oluşturur. Bu balıkların yenmesiyle balık zehirlenmesi meydana gelir. Bazı deniz kamçılıları da toksin üretebilirler. Balıkların bazı türleri, bu toksik kamçılıları tükettikten sonra insanlar için zehirli hale gelir. Bu toksinler balığın iç organlarında, kafasında ya da merkezi sinir siteminde depolanır. "

Samsun Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü'nün bölge enstitüsü olduğunu kaydeden İsmail Aydın, Samsun, Sinop, Amasya, Tokat, Sivas, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize'den oluşan toplam 9 ile hizmet götürdüklerini, balık hastalıklarıyla ilgili kapsamlı araştırma ve teşhis yapılabilen bir alt yapıya sahip olduklarını sözlerine ekledi.

Balık ve diğer su ürünlerinin zehirlenerek ölüme sebep olduğunu belirten uzmanlar, bu konuda vatandaşları uyardı.
Samsun Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürü Uzman Veteriner Hekim İsmail Aydın, kurumlarında balık ve diğer su ürünleri hastalıklarıyla ilgili kapsamlı araştırma ve teşhis yaptıklarını belirterek, vatandaşların balık zehirlenmelerine karşı dikkatli olmasını istedi. Balık hastalıklarının Türkiye için yeni bir konu olduğunu ve bu konuda bilgi birikimi bulunmadığını kaydeden Aydın, bu alandaki çalışmalara hız verilmesi gerektiğini söyledi.


Enstitü hizmet bölgesinde kültür balıkçılığının diğer bölgelere nazaran daha hızlı geliştiğini ve bölgede yaklaşık 170 işletme bulunduğunu ifade eden Aydın, "Bu işletmeler, enstitü uzmanlarının kontrolünde. Kurum uzmanları, balık hastalıkları konusunda araştırma yapıyor. Balık işletmelerinin sorunlarının çözülmesinde bilimsel verilere göre hareket ediyoruz. Bugüne kadar yapılan araştırmalara göre, balık çiftliklerinde özellikle Yersiniozis hastalığı çok yaygın. Bununla birlikte Vibrio, Aeromonas, Pseudomas, Edwardsiella ve Mixobacter infeksiyonları da tespit edildi. Suya karışan sanayi atıkları suyun kalitesini bozarak özellikle bakır, çinko ve civa zehirlenmesine yol açıyor. Yağmur suları, suda kurşun birikimine sebep olduğu için kurşun zehirlenmesi meydana getiriyor. Sağlıklı beslenmek için beyaz et tüketimi önemli. Ancak, özellikle balık ve deniz ürünlerinin bilinçli tüketilmesi, sağlıklı muhafaza edilmiş ve ambalajlanmış, orijini bilinen, kontrolü yapılmış, hijyenik su ürünlerinin tüketilmesi gerekiyor" dedi.

"MİDYE ZEHİRLEMESİ ÖLDÜRÜYOR"
Kirli sularda avlanan balık, midye ve diğer su ürünlerinin insan sağlığına zarar verdiğini ifade eden İsmail Aydın, "Kabuklu deniz hayvanları, insanlarda ishalle birlikte seyreden tehlikeli yiyecek zehirlenmelerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Havaların ısınmasıyla birlikte risk faktörü daha da artmaktadır. Bu durum halk nazarında bu ürünlere karşı güvenin sarsılmasına ve tüketimin azalmasına sebep olmaktadır. Yeterince işlem görmemiş ya da çiğ olarak tüketilen deniz kabuklularının tüketimini takiben zehirlenme belirtileri ortaya çıkabilmektedir. Bu deniz canlılarının besinleri süzerek, ağır ağır yemesi nedeniyle, lağım sularıyla kirlenmiş sulardan yüksek miktarda mikrop ve atık madde (toksinleri) almalarına ve vücutlarında biriktirmelerine yol açar. Kabuklu deniz hayvanları, iyi pişirilmesine rağmen iç organlardaki patojenler yeterli şekilde yok edilemeyebilir. Toksin birikimi de yüksek ısıyla yok edilemez. Çok düşük miktarlarda, mide ve bağırsaklar için zararlı ürünler gıdalarda kalabilir ve bu ürünler tüketimi takiben hastalıklara neden olurlar. Bazı midye türleri de yendikleri zaman toksik etki gösterebilir (Mytilus edulus ve Modiola modiolus cinsi midyeler)" dedi.


Midye zehirlenmelerinde, zehirlenme belirtisi olarak aşırı duyarlılık ve felç, parmak uçlarında iğne batması gibi karıncalanma hissi, dudaklarda sızlama ve uyuşukluk hissedildiğini söyleyen veteriner hekim Aydın, "Sersemlik, uyuklama, boğazda sıkışma ve kuruluk, bazı vakalarda konuşmada bozukluk vardır. Ağır vakalarda ölüm solunum yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Toksin ihtiva eden midyelerden 4-5 tanesinin yenmesiyle bile ölüm meydana gelebilir. Bu toksinin çok kuvvetli bir zehir olan potasyum siyanürden 50 kez daha güçlü olduğu bildirilmiştir. Midye yendikten sonra bir rahatsızlık hissedilmesi halinde, gecikmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Midye zehirlenmesi olayları ABD, Fransa, İrlanda, İngiltere ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde sık meydana geliyor. Ülkemizde midye zehirlenmesinin gelişmiş ülkelere oranla daha az görülmesinin sebebi, dini inanış boyutuna paralel olarak daha az tüketilmesinden kaynaklanmaktadır" diye konuştu.

"BOZULAN BALIKTA 12 SAAT İÇİNDE 68 MİLYAR BAKTERİ OLUŞUYOR"
Sahillerde yaşayan birçok deniz hayvanının toksin ihtiva ettiğini ifade eden Aydın, "İnsanlar bazı balıklara temas etmekle de zehirlenebilir. Bu balıkların yüzgeçleri birtakım dikenler ihtiva eder. Dikenin kaidesindeki kesede bulunan zehir, kesenin kanalı vasıtasıyla dikenin açtığı yaraya boşaltılır. Memleketimizde bulunan bu nevi balıklar: tarakonya, çarpan balık, kum tarakonyası, varsan balığı, rina balığı, iğneli vatoz balığı, tırpana balığı, kazık kuyruğu balığı, folya balığı, tatlı su levreği gibi balıklardır. Doğal olarak toksin ihtiva eden bir tek balığın bile yenmesi, ölüme sebep olabilir. Balıkçılık sektöründeki sorunlardan bir tanesi de çiftliklerde bilinçsiz kimyasal madde ve ilaç kullanımı sonucu oluşan ilaç kalıntısı birikimidir. Avrupa Birliği ülkeleri, ithal ettikleri su ürünlerinde ilaç kalıntısı için belli bir standart getirmişlerdir. Balıkların yaşadıkları ortamda yeterli sayıda hastalık etkeni bulunursa, balıklarda yaralanma, organ bozuklukları, zayıflama ve stres gibi faktörlerle birlikte hem balığın kendi sağlığını bozan, hem de kesim sonrası balık etinin değerini düşüren hastalıklar meydana gelir" şeklinde konuştu.
Balık etinin protein yönünden zengin olduğunu vurgulayan, ancak balık çiftliklerinin hijyenik olması gerektiğini vurgulayan Aydın, "Uygun şartlarda balık vücudunda bir bakteri her 20 dakikada bir çoğalmaktadır. Periyodik olarak çoğalan bir bakteri hücresinden 12 saat sonra 68 milyar adet bakteri meydana geldiği dikkate alınırsa, bozulmaya uğramış bir balık etini yiyen kişinin ne kadar risk altında olduğu anlaşılır" dedi.


Deniz ürünleri pişirilirken ortaya çıkan dumanın solunmasının, astım, rinitis, larenks ödemi veya rinokonjuktivitise sebebiyet verdiğini hatırlatan İsmail Aydın, daha sonra şunları söyledi:


"Balık alerjileri, sindirimi takiben en erken 2 dakikada ortaya çıkabilir. Deniz ürünleri alerjilerinin belirtileri de genellikle 1 saat içinde ortaya çıkar. İnsanlarda deniz ürünleri anafilaktik şoka sebep olabilir. Bazı bakteriler orkinos, uskumru, palamut gibi balık türlerinde toksin oluşturur. Bu balıkların yenmesiyle balık zehirlenmesi meydana gelir. Bazı deniz kamçılıları da toksin üretebilirler. Balıkların bazı türleri, bu toksik kamçılıları tükettikten sonra insanlar için zehirli hale gelir. Bu toksinler balığın iç organlarında, kafasında ya da merkezi sinir siteminde depolanır. "

Samsun Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü'nün bölge enstitüsü olduğunu kaydeden İsmail Aydın, Samsun, Sinop, Amasya, Tokat, Sivas, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize'den oluşan toplam 9 ile hizmet götürdüklerini, balık hastalıklarıyla ilgili kapsamlı araştırma ve teşhis yapılabilen bir alt yapıya sahip olduklarını sözlerine ekledi.

Devamını Oku

Ceninler Parkinsona Umut Oldu.

Fransa Kretey Ulusal Tıp Araştırmaları Enstitüsü Doktorlarından Anselme Perrier yaptığı araştırmalarda kürtajla alınan ceninlerden elde edilen insan beyin nöronu kök hücrelerinin Parkinson hastalığı için bir tedavi yolu olduğunu ortaya koydu.
Uzun zamandır araştırmalarını sürdüren ve Parkinson hastalığı'na tedavi yöntemi arayışında olan Anselme Perrier, kürtajla alınan ceninlerden elde edilen insan beyin nöronu kök hücreleriyle, Parkinson hastalığı'na yol açan sorunu çözebileceği sonucuna vardı. Perrier, kök hücreden üretilen beyin nöronunun, Parkinson hastalığıyla beynin yitirdiği kimyasalları ayır detme fonksiyonunu yeniden sağlayabildiğine vurguladı. Bilimsel alanda bir kilometre taşı olarak kabul edilen bu yeni bulgu, cenin kaynaklı kök hücrenin Parkinson'lu hastaların beyinlerine aşılanabileceğini de ortaya koyuyor. Ancak yeni olan bu buluş, Parkinson hastalarına kısa vadede bir tedavi olanağı da sağlayamazken, araştırmaların geliştirilmesi ve yasal izinlerin sağlanması için gerekli çalışmaların başlatılacağı vurgulandı.

Fransa Kretey Ulusal Tıp Araştırmaları Enstitüsü Doktorlarından Anselme Perrier yaptığı araştırmalarda kürtajla alınan ceninlerden elde edilen insan beyin nöronu kök hücrelerinin Parkinson hastalığı için bir tedavi yolu olduğunu ortaya koydu.
Uzun zamandır araştırmalarını sürdüren ve Parkinson hastalığı'na tedavi yöntemi arayışında olan Anselme Perrier, kürtajla alınan ceninlerden elde edilen insan beyin nöronu kök hücreleriyle, Parkinson hastalığı'na yol açan sorunu çözebileceği sonucuna vardı. Perrier, kök hücreden üretilen beyin nöronunun, Parkinson hastalığıyla beynin yitirdiği kimyasalları ayır detme fonksiyonunu yeniden sağlayabildiğine vurguladı. Bilimsel alanda bir kilometre taşı olarak kabul edilen bu yeni bulgu, cenin kaynaklı kök hücrenin Parkinson'lu hastaların beyinlerine aşılanabileceğini de ortaya koyuyor. Ancak yeni olan bu buluş, Parkinson hastalarına kısa vadede bir tedavi olanağı da sağlayamazken, araştırmaların geliştirilmesi ve yasal izinlerin sağlanması için gerekli çalışmaların başlatılacağı vurgulandı.

Devamını Oku

Bursada Okullar 23-26 Kasım Arasında Tatil Edildi ! Domuz Gribi Tatili Bursada.

Domuz gribi nedeniyle Bursa'da okullar 23-26 kasım aralığında tatil edildi. Domuz gribi uyarısı yapan Vali Şehabettin Harput Okulların bayram sonrası açılacağını söyledi.
Domuz gribi nedeniyle Bursa'da okullar 23-26 kasım aralığında tatil edildi. Domuz gribi uyarısı yapan Vali Şehabettin Harput Okulların bayram sonrası açılacağını söyledi.
Devamını Oku

Ağız Kanseri Erkekleri Tehdit Ediyor !

Ağız kanserlerinin çoğunluğunun 45 yaşın üzerinde ortaya çıktığı ve erkeklerde oluşma olasılığının kadınlara oranla iki kat fazla olduğu bildirildi.


Türk Dişhekimleri Birliği'nden (TDB) alınan bilgiye göre, ağız kanserlerinin oluştuğu bölgeler sıklıkla dil, ağız tabanı, dil köküne yakın yumuşak damak alanları, dudaklar ve dişetleri. Ağız kanserleri erken dönemde teşhis edilerek tedavi sağlanmazsa yayılarak sürekli ağrı, fonksiyon kaybı, tedavi sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız deformiteleri, hatta ölümlere neden olabiliyor.


TDB, dişhekimine düzenli aralıklarla gidilmesinin ağız kanserlerinin erken dönemde tespit edilmesi açısından çok önemli olduğunun altını çizerek, "Ağız kanserlerinin kesin nedeni tam olarak bilinmez. Bununla beraber, tütün ürünleri, alkol ve besinlerdeki bazı maddeler ve fazla güneş ışığına maruz kalınması gibi faktörlerin ağız kanseri riskini arttırdığı öne sürülüyor. Uzmanlar genetik yatkınlığı da ağız kanserleri için risk faktörleri arasında gösteriyor" değerlendirmesini yaptı.


AĞIZ KANSERİNİN MUHTEMEL BELİRTİLERİ:


- Ağız içinde veya etrafında beyaz veya kırmızı renkli alanlar


- Ağız içinde hassas, tahriş olmuş, kabarık veya kalınlaşmış alanların olması


- Ağızda veya boğazda tekrarlayan kanamalar


- Seste boğukluk veya boğazda yutulamayan cisim hissi


- Çiğneme ve yutma güçlüğü


- Dil ve çene hareketlerinde zorlanma


- Dil veya ağızın diğer bölgelerinde his kaybı, uyuşukluk


- Alt veya üst çenede meydana gelen şişlikler ve bunun sonucu mevcut protez uyumunun bozulması


- Ağız kanseri lezyonları başlangıç döneminde ağrısızdır, kanser ilerleyerek sağlıklı ağız dokularında harabiyet oluşturdukça ağrı şikayeti de başlar. Kişinin kendinin ağız
kanserini farketmesi güç olabilir. Bu nedenle düzenli dişhekimine gidilmesi son derece önemlidir.

Ağız kanserlerinin çoğunluğunun 45 yaşın üzerinde ortaya çıktığı ve erkeklerde oluşma olasılığının kadınlara oranla iki kat fazla olduğu bildirildi.


Türk Dişhekimleri Birliği'nden (TDB) alınan bilgiye göre, ağız kanserlerinin oluştuğu bölgeler sıklıkla dil, ağız tabanı, dil köküne yakın yumuşak damak alanları, dudaklar ve dişetleri. Ağız kanserleri erken dönemde teşhis edilerek tedavi sağlanmazsa yayılarak sürekli ağrı, fonksiyon kaybı, tedavi sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız deformiteleri, hatta ölümlere neden olabiliyor.


TDB, dişhekimine düzenli aralıklarla gidilmesinin ağız kanserlerinin erken dönemde tespit edilmesi açısından çok önemli olduğunun altını çizerek, "Ağız kanserlerinin kesin nedeni tam olarak bilinmez. Bununla beraber, tütün ürünleri, alkol ve besinlerdeki bazı maddeler ve fazla güneş ışığına maruz kalınması gibi faktörlerin ağız kanseri riskini arttırdığı öne sürülüyor. Uzmanlar genetik yatkınlığı da ağız kanserleri için risk faktörleri arasında gösteriyor" değerlendirmesini yaptı.


AĞIZ KANSERİNİN MUHTEMEL BELİRTİLERİ:


- Ağız içinde veya etrafında beyaz veya kırmızı renkli alanlar


- Ağız içinde hassas, tahriş olmuş, kabarık veya kalınlaşmış alanların olması


- Ağızda veya boğazda tekrarlayan kanamalar


- Seste boğukluk veya boğazda yutulamayan cisim hissi


- Çiğneme ve yutma güçlüğü


- Dil ve çene hareketlerinde zorlanma


- Dil veya ağızın diğer bölgelerinde his kaybı, uyuşukluk


- Alt veya üst çenede meydana gelen şişlikler ve bunun sonucu mevcut protez uyumunun bozulması


- Ağız kanseri lezyonları başlangıç döneminde ağrısızdır, kanser ilerleyerek sağlıklı ağız dokularında harabiyet oluşturdukça ağrı şikayeti de başlar. Kişinin kendinin ağız
kanserini farketmesi güç olabilir. Bu nedenle düzenli dişhekimine gidilmesi son derece önemlidir.

Devamını Oku

AİDS hastalarına Müjde !

İspanya'da yapılan bir araştırma ile kandaki kolestrolü düşürmek için kullanılan bazı kalp ilaçlarının HIV virüsünün etkilerini yavaşlattığı tespit edildi.

BBC'de yayınlanan habere göre, İspanyol Bilim Araştırmaları Konseyi laboratuarlarında gerçekleştirilen deneylerde, HIV virüsü taşıyan 6 hastaya, bir ay boyunca, kandaki yüksek kolestrole bağlı kalp krizi riskini düşürmeye yardımcı olan 'statin' türü kalp ilaçları verildi.

Deney sonucunda, deneklerdeki HIV virüsü sayısının azaldığı görüldü. Ancak ilaçların alınmaması halinde virüsün yeniden çoğalmaya başladığı da tespit edildi.

Bulgular sonucunda uzmanlar, piyasada bol bulunan 'statin' türü ilaçların AIDS'le mücadele için ucuz bir silah olabileceği kanaatine vardı.

İspanya'da yapılan bir araştırma ile kandaki kolestrolü düşürmek için kullanılan bazı kalp ilaçlarının HIV virüsünün etkilerini yavaşlattığı tespit edildi.

BBC'de yayınlanan habere göre, İspanyol Bilim Araştırmaları Konseyi laboratuarlarında gerçekleştirilen deneylerde, HIV virüsü taşıyan 6 hastaya, bir ay boyunca, kandaki yüksek kolestrole bağlı kalp krizi riskini düşürmeye yardımcı olan 'statin' türü kalp ilaçları verildi.

Deney sonucunda, deneklerdeki HIV virüsü sayısının azaldığı görüldü. Ancak ilaçların alınmaması halinde virüsün yeniden çoğalmaya başladığı da tespit edildi.

Bulgular sonucunda uzmanlar, piyasada bol bulunan 'statin' türü ilaçların AIDS'le mücadele için ucuz bir silah olabileceği kanaatine vardı.

Devamını Oku

Bakanlıktan Besin Uyarısı

Sağlık Bakanlığı, besinleri satın alma, hazırlama, pişirme, depolama konusunda vatandaşları uyardı.




Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde yer alan bilgilere göre, alışverişe çıkmadan önce satın alınacak besinler için bir liste hazırlaması gerektiği ve listede seçeneklere yer verilmesi gerektiği ifade edildi. Besinlerin günlük, haftalık ve aylık olarak sınıflandırılması gerektiği belirtilen açıklamada, kısa süre içinde fazla besin alınmaması gerektiği vurgulandı. Beslenmeye ayrılan paranın önceden belirlenmesinin önemli olduğu ifade edildiği açıklamada, besinlerin değişik yerlerdeki fiyatlarının araştırılmasının gerektiği kaydedildi. Düşük gelirli ailelerin, enerji ihtiyaçlarını karşılamak için ucuz olan tahılların yanında bir miktar kuru baklagil ve yumurta satın alarak enerji ve protein yönünden dengeli bir beslenme yapmaları tavsiye edildi.




Fazla yağlı besinlerin tercih edilmemesinin tavsiye edildiği açıklamada, özellikle yağsız kırmızı etin kullanılması gerektiği vurgulandı. Sağlıklı yaşam için az miktarda tuz kullanılması gerektiği belirtilen açıklamada, doğal sebze ve taze besinlerin tercih edilmesi, fazla miktarda katkı maddesi içeren besinlerden kaçınılmasının önemli olduğu bildirildi. Hazır meyve suları, gazoz, kolalı içecekler yerine besleyici değeri daha yüksek olan taze sıkılmış meyve suları, ayran, limonun tercih edilmesi tavsiye edildi.



HAZIRLAMA VE PİŞİRMENİN PÜF NOKTALARI




Alışveriş sonrası satılan alınan gıda maddelerinin sağlıklı bir şekilde hazırlamasının önemli olduğunun kaydedildiği açıklamada, şu ifadelere yer verildi:




"Ekmek, çörek, kurabiye yapmak için hamurun mayalandırılması besleyici değerini artırır. Beyaz ekmek yapmak için buğday tanesinin, kepek ve özünün iyice ayrılması besleyici değerini azaltır. Tarhana, yoğurt ve unun karışımıyla mayalandırılarak yapıldığından, besleyici değeri yüksektir. Pişirirken içine pişmiş nohut, mercimek, havuç eklenmesi değerini daha da artırır. Tarhana güneşte kurutulursa, süt ve yoğurt aydınlık yerde bekletilirse vitamin B2, vitamin B6 ve folik asit değerleri azalır. Yumurta, süt, yoğurt, peynir ve tahinle yapılan tatlıların besleyici değerleri, sadece un, yağ, şeker kullanılarak yapılanlardan üstündür. Şeker yerine pekmez kullanılması, besleyici değerini daha da artırır. Sütlü tatlı yaparken şeker önceden konulmalıdır. Birlikte yüksek sıcaklıkta pişirilirse, protein değeri azalır. Kuru fasulye, nohut, mercimek gibi besinler iyi pişirildiğinde sindirimi kolaylaşır ve böylelikle protein değeri artar. Yumurta çiğ yenirse ya da sarısının etrafı yeşillenecek kadar hızlı ateşte, uzun süre pişirilirse, besleyici değeri azalır. Yeşil ve sarı sebzelerden yapılan salatalara limon veya sirke eklenir, bekletilirse A ve C vitamini değeri azalır. Sebzeler doğrandıktan sonra bekletilirse ve haşlama, pişme suları atılırsa, vitamin ve mineralleri azalır. Meyveler kesildikten ya da suyu sıkıldıktan sonra bekletilirse C vitamini değeri azalır. Hatta sıkılmış meyve suları buzdolabında bekletilirse vitamin değeri azalır. Süt yarım saat gibi uzun süre kaynatılırsa vitaminleri azalır. Pastörize ve sterilize edilmemiş süt kabarınca ateşten alınırsa, mikropları ölmez. Süt kabardıktan sonra karıştırılarak 4-5 dakika kaynatılıp hemen soğutulur. Cam kavanozda buzdolabında 1-2 gün saklanır. Yağ yakıldıktan sonra yemeğe konursa, sağlığa zararlı duruma gelir. Yoğurdun yeşilimsi suyu atılırsa vitamin değeri azalır. Ayrıca yoğurt torbaya konup süzülür ve süzülen suyu atılırsa vitamin kaybı olur. Kapakları-hafif de olsa- içe veya dışa doğru bombaj yapmış konserveler sağlık için son derece zararlıdır."



BESİNLERİ SAKLAMA KURALLARI




Bazı besinlerin kısa zamanda kullanılmasının olanaksız olduğunun bildirildiği açıklamada, bazı besinlerin çeşitli işlemlere tabi tutarak uzun süre değerinden ve lezzetinden kaybettirmeden saklamanın zorunlu olduğu kaydedildi. Taze besinlerin, hasat edilmelerinden itibaren mikroorganizma ve enzimlerin etkisine maruz kaldığının ifade edildiği açıklamada, şu bilgilere yer verildi:




"Besini mikroorganizmaların etkisinden koruyabilmek ve enzim faaliyetlerini durdurabilecek bir ortam oluşturmak zorunluluğu vardır. Mikroorganizma ve enzimler belirli bir sıcaklık derecesinde faaliyet gösterdiklerine göre besinler soğuk yerde saklanırsa, tazeliklerini koruyabilirler. Besinlerin saklanabileceği buzdolapları, soğuk hava depoları ve dondurma araçları veya yerleri yapılmıştır. Bu gibi yerlerde besinlerin bozulmadan saklanma süresi dolabın veya deponun ısı derecesine bağlıdır. Taze sebzeler bekletilmez, tereyağı ve benzeri kahvaltılık margarinlerde nem miktarı fazla olduğundan kolay bozulurlar. Bu bakımdan buzdolabında saklanması gereklidir. Patates, karanlık, serin, kuru ve hava akımı olmayan yerlerde saklanır. Işık, patatesin renginin yeşile dönmesine neden olabilir. Soğan için en iyi saklama ortamı kuru, hava akımı olan serin yerdir. Kuru besinler serin, karanlık, kuru ve havalandırılabilen yerlerde saklanır. Kuru besinlerin saklandığı yerin nemli olması küflerin çoğalmasına neden olur. Besinler mümkünse raflarda, yerden yukarıda, ağzı kapalı kaplarda birbirlerine benzeyenler bir araya konmak suretiyle saklanmalıdır."

Sağlık Bakanlığı, besinleri satın alma, hazırlama, pişirme, depolama konusunda vatandaşları uyardı.




Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde yer alan bilgilere göre, alışverişe çıkmadan önce satın alınacak besinler için bir liste hazırlaması gerektiği ve listede seçeneklere yer verilmesi gerektiği ifade edildi. Besinlerin günlük, haftalık ve aylık olarak sınıflandırılması gerektiği belirtilen açıklamada, kısa süre içinde fazla besin alınmaması gerektiği vurgulandı. Beslenmeye ayrılan paranın önceden belirlenmesinin önemli olduğu ifade edildiği açıklamada, besinlerin değişik yerlerdeki fiyatlarının araştırılmasının gerektiği kaydedildi. Düşük gelirli ailelerin, enerji ihtiyaçlarını karşılamak için ucuz olan tahılların yanında bir miktar kuru baklagil ve yumurta satın alarak enerji ve protein yönünden dengeli bir beslenme yapmaları tavsiye edildi.




Fazla yağlı besinlerin tercih edilmemesinin tavsiye edildiği açıklamada, özellikle yağsız kırmızı etin kullanılması gerektiği vurgulandı. Sağlıklı yaşam için az miktarda tuz kullanılması gerektiği belirtilen açıklamada, doğal sebze ve taze besinlerin tercih edilmesi, fazla miktarda katkı maddesi içeren besinlerden kaçınılmasının önemli olduğu bildirildi. Hazır meyve suları, gazoz, kolalı içecekler yerine besleyici değeri daha yüksek olan taze sıkılmış meyve suları, ayran, limonun tercih edilmesi tavsiye edildi.



HAZIRLAMA VE PİŞİRMENİN PÜF NOKTALARI




Alışveriş sonrası satılan alınan gıda maddelerinin sağlıklı bir şekilde hazırlamasının önemli olduğunun kaydedildiği açıklamada, şu ifadelere yer verildi:




"Ekmek, çörek, kurabiye yapmak için hamurun mayalandırılması besleyici değerini artırır. Beyaz ekmek yapmak için buğday tanesinin, kepek ve özünün iyice ayrılması besleyici değerini azaltır. Tarhana, yoğurt ve unun karışımıyla mayalandırılarak yapıldığından, besleyici değeri yüksektir. Pişirirken içine pişmiş nohut, mercimek, havuç eklenmesi değerini daha da artırır. Tarhana güneşte kurutulursa, süt ve yoğurt aydınlık yerde bekletilirse vitamin B2, vitamin B6 ve folik asit değerleri azalır. Yumurta, süt, yoğurt, peynir ve tahinle yapılan tatlıların besleyici değerleri, sadece un, yağ, şeker kullanılarak yapılanlardan üstündür. Şeker yerine pekmez kullanılması, besleyici değerini daha da artırır. Sütlü tatlı yaparken şeker önceden konulmalıdır. Birlikte yüksek sıcaklıkta pişirilirse, protein değeri azalır. Kuru fasulye, nohut, mercimek gibi besinler iyi pişirildiğinde sindirimi kolaylaşır ve böylelikle protein değeri artar. Yumurta çiğ yenirse ya da sarısının etrafı yeşillenecek kadar hızlı ateşte, uzun süre pişirilirse, besleyici değeri azalır. Yeşil ve sarı sebzelerden yapılan salatalara limon veya sirke eklenir, bekletilirse A ve C vitamini değeri azalır. Sebzeler doğrandıktan sonra bekletilirse ve haşlama, pişme suları atılırsa, vitamin ve mineralleri azalır. Meyveler kesildikten ya da suyu sıkıldıktan sonra bekletilirse C vitamini değeri azalır. Hatta sıkılmış meyve suları buzdolabında bekletilirse vitamin değeri azalır. Süt yarım saat gibi uzun süre kaynatılırsa vitaminleri azalır. Pastörize ve sterilize edilmemiş süt kabarınca ateşten alınırsa, mikropları ölmez. Süt kabardıktan sonra karıştırılarak 4-5 dakika kaynatılıp hemen soğutulur. Cam kavanozda buzdolabında 1-2 gün saklanır. Yağ yakıldıktan sonra yemeğe konursa, sağlığa zararlı duruma gelir. Yoğurdun yeşilimsi suyu atılırsa vitamin değeri azalır. Ayrıca yoğurt torbaya konup süzülür ve süzülen suyu atılırsa vitamin kaybı olur. Kapakları-hafif de olsa- içe veya dışa doğru bombaj yapmış konserveler sağlık için son derece zararlıdır."



BESİNLERİ SAKLAMA KURALLARI




Bazı besinlerin kısa zamanda kullanılmasının olanaksız olduğunun bildirildiği açıklamada, bazı besinlerin çeşitli işlemlere tabi tutarak uzun süre değerinden ve lezzetinden kaybettirmeden saklamanın zorunlu olduğu kaydedildi. Taze besinlerin, hasat edilmelerinden itibaren mikroorganizma ve enzimlerin etkisine maruz kaldığının ifade edildiği açıklamada, şu bilgilere yer verildi:




"Besini mikroorganizmaların etkisinden koruyabilmek ve enzim faaliyetlerini durdurabilecek bir ortam oluşturmak zorunluluğu vardır. Mikroorganizma ve enzimler belirli bir sıcaklık derecesinde faaliyet gösterdiklerine göre besinler soğuk yerde saklanırsa, tazeliklerini koruyabilirler. Besinlerin saklanabileceği buzdolapları, soğuk hava depoları ve dondurma araçları veya yerleri yapılmıştır. Bu gibi yerlerde besinlerin bozulmadan saklanma süresi dolabın veya deponun ısı derecesine bağlıdır. Taze sebzeler bekletilmez, tereyağı ve benzeri kahvaltılık margarinlerde nem miktarı fazla olduğundan kolay bozulurlar. Bu bakımdan buzdolabında saklanması gereklidir. Patates, karanlık, serin, kuru ve hava akımı olmayan yerlerde saklanır. Işık, patatesin renginin yeşile dönmesine neden olabilir. Soğan için en iyi saklama ortamı kuru, hava akımı olan serin yerdir. Kuru besinler serin, karanlık, kuru ve havalandırılabilen yerlerde saklanır. Kuru besinlerin saklandığı yerin nemli olması küflerin çoğalmasına neden olur. Besinler mümkünse raflarda, yerden yukarıda, ağzı kapalı kaplarda birbirlerine benzeyenler bir araya konmak suretiyle saklanmalıdır."

Devamını Oku

Tatiliniz Kabus Olmasın


Uzmanlar, uzun süren tatilin ardından iş yaşamına alışmada uyum güçlüğü yaşandığını belirtiyor. Hafta sonu tatili sendromuna benzer özellikler gösteren ruh hali, işini sevmeyen kişilerde daha travmatik olarak kendini gösteriyor. Uzmanlar, tatil dönüşünde uyum güçlüğünü aşmak için, 'kendinize nefes alma zamanları ayırın' önerisinde bulunuyor.

Yoğun iş temposundan uzaklaşıp uzun yaz tatiline 'merhaba' diyen günümüz insanı, işe dönüşte çeşitli sorunlar yaşıyor. Özellikle şehir dışında geçen tatil, kent yaşamına ve iş yerindeki rutin işlere dönüşte depresif duygu durumuna neden oluyor.

Akdeniz Üniversitesi Sağlık Kültür Spor Dairesi Başkanlığı'ndan Uzman Psikolog Elif Yazar, psikolojik olarak kendisini, dinlenmeye ve eğlenmeye yönlendiren kişide tatil dönüşü depresif duygu durumu gözlendiğini belirtti. Yaz tatiline hiç bitmeyecekmiş duygusuyla başlanmamasını önerdiklerini söyleyen Elif Yazar, "Psikolojik olarak kendinizi tatil durumuna kaptırmayın önerisinde bulunuyoruz. Tatile, 'bu benim dinlenmem için bir vesile, yapamadıklarını yapmak için bir fırsat' düşüncesiyle başlamak daha doğru" dedi. İlk iş günü öncesinde, eve ve kent yaşamına alışmanın faydalı olacağını söyleyen Yazar, "Şehir dışından gelerek hemen çalışmaya başlamak, uyumu zorlaştıracaktır. İşe dönüşten önce ev ve kent yaşamına dönüş yapılmalı. İlk mesai gününden bir kaç gün önce yapacağımız işleri programlamalıyız. Ağır iş temposuna gözümüz kapalı girmek yerine önce bize zor gelmeyecek işlerden başlamalı adım adım ilerlemeliyiz" diye konuştu.

Beslenme alışkanlığının tatil süresinde değiştirilmemesi gerektiğini söyleyen Elif Yazar, "Tatilde yeme-içme abartılıyor. İnsanlar, 'nasıl olsa tatildeyim' düşüncesiyle rutin yaşamındaki beslenme alışkanlığını değiştiriyor. Biz beslenme düzenini bozmama önerisinde bulunuyoruz. Tatil dönüşünde ise bize mutluluk hormonu sağlayacak, sebze ve meyve ağırlıklı bir beslenme öneriyoruz. İşe başladıktan sonra öğle ve akşam saatlerinde hoşa giden etkinliklerde bulunulmalı. Açık havada zaman geçirilmeli, kişiler kendilerine nefes almak için zaman ayırmalı" dedi.


Uzmanlar, uzun süren tatilin ardından iş yaşamına alışmada uyum güçlüğü yaşandığını belirtiyor. Hafta sonu tatili sendromuna benzer özellikler gösteren ruh hali, işini sevmeyen kişilerde daha travmatik olarak kendini gösteriyor. Uzmanlar, tatil dönüşünde uyum güçlüğünü aşmak için, 'kendinize nefes alma zamanları ayırın' önerisinde bulunuyor.

Yoğun iş temposundan uzaklaşıp uzun yaz tatiline 'merhaba' diyen günümüz insanı, işe dönüşte çeşitli sorunlar yaşıyor. Özellikle şehir dışında geçen tatil, kent yaşamına ve iş yerindeki rutin işlere dönüşte depresif duygu durumuna neden oluyor.

Akdeniz Üniversitesi Sağlık Kültür Spor Dairesi Başkanlığı'ndan Uzman Psikolog Elif Yazar, psikolojik olarak kendisini, dinlenmeye ve eğlenmeye yönlendiren kişide tatil dönüşü depresif duygu durumu gözlendiğini belirtti. Yaz tatiline hiç bitmeyecekmiş duygusuyla başlanmamasını önerdiklerini söyleyen Elif Yazar, "Psikolojik olarak kendinizi tatil durumuna kaptırmayın önerisinde bulunuyoruz. Tatile, 'bu benim dinlenmem için bir vesile, yapamadıklarını yapmak için bir fırsat' düşüncesiyle başlamak daha doğru" dedi. İlk iş günü öncesinde, eve ve kent yaşamına alışmanın faydalı olacağını söyleyen Yazar, "Şehir dışından gelerek hemen çalışmaya başlamak, uyumu zorlaştıracaktır. İşe dönüşten önce ev ve kent yaşamına dönüş yapılmalı. İlk mesai gününden bir kaç gün önce yapacağımız işleri programlamalıyız. Ağır iş temposuna gözümüz kapalı girmek yerine önce bize zor gelmeyecek işlerden başlamalı adım adım ilerlemeliyiz" diye konuştu.

Beslenme alışkanlığının tatil süresinde değiştirilmemesi gerektiğini söyleyen Elif Yazar, "Tatilde yeme-içme abartılıyor. İnsanlar, 'nasıl olsa tatildeyim' düşüncesiyle rutin yaşamındaki beslenme alışkanlığını değiştiriyor. Biz beslenme düzenini bozmama önerisinde bulunuyoruz. Tatil dönüşünde ise bize mutluluk hormonu sağlayacak, sebze ve meyve ağırlıklı bir beslenme öneriyoruz. İşe başladıktan sonra öğle ve akşam saatlerinde hoşa giden etkinliklerde bulunulmalı. Açık havada zaman geçirilmeli, kişiler kendilerine nefes almak için zaman ayırmalı" dedi.

Devamını Oku

Havuzlardaki klor saçlara zararlı

Uzmanlar, güneşin yaydığı ultraviyole ışınları ile deniz suyundaki tuz ve havuzdaki klorun, saçın en büyük düşmanı olduğunu belirtiyorlar.


İnternet'ten derlenen bilgilere göre uzmanlar, bayanların saç rengini açmak için kullandıkları kimyasal madde olan 'oryal'in, tüm kadınlar tarafından endişe duyularak kullanıldığını, oysa havuz suyundaki klorun bundan çok daha tehlikeli olduğu vurgulandı. Havuz suyunda bulunan klorun mayoların bile rengini soldurduğuna, saçlarda da renk değişimine, kuruluğa, kırılmalara ve genel yıpranmaya neden olduğunu belirten uzmanlar, buna rağmen kadınların yüzde 99'unun havuza girerken saçlarını
koruyacak bir bone kullanmadıklarına dikkati çekiyorlar.


Deniz suyundaki tuz ve güneşteki ultraviyole ışınlarının da tıpkı havuz suyu gibi saça zarar verdiğine işaret eden uzmanlar, tuz ve klorun saça çok çabuk nüfuz ettiği için yıpranmayı da hızlandırdığını belirterek, özellikle uzun süre suda kalınıp, çıktıktan sonra da saçlar duru suyla iyice yıkanmalı yoksa telafisi güç sorunların ortaya çıkabileceği bildiriyorlar.


Öncelikle havuz ya da denizde saçların mutlaka bone ile korunması, sudan çıktıktan hemen sonra da saçın bol duru suyla yıkanması, ayrıca, fön çekerken ya da çektirirken makinenin sıcaklık derecesinin yükseltilmemesi öneriliyor. Fönün sıcak ayarı ne kadar yüksek olursa saçtaki yıpranmanın da o kadar hızlı olacağına işaret eden uzmanlar, yaz - kış saçların 36 dereceden yüksek ısıdaki su ile yıkanmaması ve yıkandıktan sonra da uzun süre ıslak bırakılmaması gerektiğine dikkat çekiyorlar.

Uzmanlar, güneşin yaydığı ultraviyole ışınları ile deniz suyundaki tuz ve havuzdaki klorun, saçın en büyük düşmanı olduğunu belirtiyorlar.


İnternet'ten derlenen bilgilere göre uzmanlar, bayanların saç rengini açmak için kullandıkları kimyasal madde olan 'oryal'in, tüm kadınlar tarafından endişe duyularak kullanıldığını, oysa havuz suyundaki klorun bundan çok daha tehlikeli olduğu vurgulandı. Havuz suyunda bulunan klorun mayoların bile rengini soldurduğuna, saçlarda da renk değişimine, kuruluğa, kırılmalara ve genel yıpranmaya neden olduğunu belirten uzmanlar, buna rağmen kadınların yüzde 99'unun havuza girerken saçlarını
koruyacak bir bone kullanmadıklarına dikkati çekiyorlar.


Deniz suyundaki tuz ve güneşteki ultraviyole ışınlarının da tıpkı havuz suyu gibi saça zarar verdiğine işaret eden uzmanlar, tuz ve klorun saça çok çabuk nüfuz ettiği için yıpranmayı da hızlandırdığını belirterek, özellikle uzun süre suda kalınıp, çıktıktan sonra da saçlar duru suyla iyice yıkanmalı yoksa telafisi güç sorunların ortaya çıkabileceği bildiriyorlar.


Öncelikle havuz ya da denizde saçların mutlaka bone ile korunması, sudan çıktıktan hemen sonra da saçın bol duru suyla yıkanması, ayrıca, fön çekerken ya da çektirirken makinenin sıcaklık derecesinin yükseltilmemesi öneriliyor. Fönün sıcak ayarı ne kadar yüksek olursa saçtaki yıpranmanın da o kadar hızlı olacağına işaret eden uzmanlar, yaz - kış saçların 36 dereceden yüksek ısıdaki su ile yıkanmaması ve yıkandıktan sonra da uzun süre ıslak bırakılmaması gerektiğine dikkat çekiyorlar.

Devamını Oku

Güneş Yanıkları Kansere Sebeb Oluyor !

Her yıl tedbirsiz güneşlenme sebebiyle birçok ölüm vakaları ile karşılaşılıyor. Güneş yanığı belirtileri kısa vadede kendini göstermese de uzun vadede güneş lekelerine, katarakta, ciltte yaşlanmaya, cilt kanserlerine ve kırışıklıklara sebep olabiliyor.

Uzmanların belirttiğine göre, güneş yanığı, çok fazla güneşe maruz kalındığında veya ultraviole ışık kaynağından etkilenildiğinde, vücuda rengini veren ve ışığa karşı cildi koruyucu özellikte olan 'melalin' maddesinin bu koruyucu özelliğini zamanla kaybetmesiyle ortaya çıkıyor.

Güneş yanıkları, hassas ciltliler için korkutucu boyutlara ulaşabiliyor. Güneşten çok daha kolay etkilenebiliyorlar ve oluşan yanıkların iyileşme süreci esmer tenlilere göre daha uzun süre alıyor. Çok hassas bir cilde sahip kişiler öğlen güneşinde 15 dakika kalabilirlerken esmer tenliler ise dakikalarca güneşlenebilirler. Ancak korunmak her iki cilt tipi için da şart.

Uzmanlar, güneş yanığı belirtileri kısa vadede kendini göstermese de uzun vadede güneş lekeleri, katarakt, ciltte yaşlanma, cilt kanserleri ve kırışıklıklar meydana gelebildiğine dikkat çekiyor. Güneş yanığının belirtilerinin kızarıklık ile başladığını, daha sonra su toplamalar ve deride soyulmalar oluştuğunu ifade eden uzmanlar, "Ancak, uzun süreli kontrolsüz güneşlenme, kan damarlarına bile zarar verebiliyor" diye uyarıyorlar.

Uzmanlar, işi gereği güneşe çok maruz kalanlara ise şu önerilerde bulunuyor:

"Düzenli olarak cilt bakımı yaptırın. Doğum lekelerinizi sık sık kontrol ettirin. Doğum izlerinizde renk ve boyut değişiklikleri tehlikeli bir durumun sinyalleri olabilir. Güneşe çıkarken koruyuculuk özelliği en az 15'in üzerinde olan kremler sürün. Bol bol sıvı alın. Güneşten koruyucu giysiler, ultraviole filtreli gözlükler kullanın."

Güneş yanığına karşı soğuk duş almanın ve soğuk kompres uygulamanın yararlı olabileceğini kaydeden uzmanlar, "Eğer cildiniz su topladı ise vücudunuzda açık yara bırakmayın, üzerini steril bandaj yardımı ile kapatın. Hekim önermedikçe Benzokain içeren ilaçlar kullanmayın. Eğer baş dönmesi, yanık bölgesinde çok fazla acı ve yüksek ateş varsa, su dolu kabarcıklar oluşmuşsa mutlaka bir hekime başvurun" diyorlar.

Her yıl tedbirsiz güneşlenme sebebiyle birçok ölüm vakaları ile karşılaşılıyor. Güneş yanığı belirtileri kısa vadede kendini göstermese de uzun vadede güneş lekelerine, katarakta, ciltte yaşlanmaya, cilt kanserlerine ve kırışıklıklara sebep olabiliyor.

Uzmanların belirttiğine göre, güneş yanığı, çok fazla güneşe maruz kalındığında veya ultraviole ışık kaynağından etkilenildiğinde, vücuda rengini veren ve ışığa karşı cildi koruyucu özellikte olan 'melalin' maddesinin bu koruyucu özelliğini zamanla kaybetmesiyle ortaya çıkıyor.

Güneş yanıkları, hassas ciltliler için korkutucu boyutlara ulaşabiliyor. Güneşten çok daha kolay etkilenebiliyorlar ve oluşan yanıkların iyileşme süreci esmer tenlilere göre daha uzun süre alıyor. Çok hassas bir cilde sahip kişiler öğlen güneşinde 15 dakika kalabilirlerken esmer tenliler ise dakikalarca güneşlenebilirler. Ancak korunmak her iki cilt tipi için da şart.

Uzmanlar, güneş yanığı belirtileri kısa vadede kendini göstermese de uzun vadede güneş lekeleri, katarakt, ciltte yaşlanma, cilt kanserleri ve kırışıklıklar meydana gelebildiğine dikkat çekiyor. Güneş yanığının belirtilerinin kızarıklık ile başladığını, daha sonra su toplamalar ve deride soyulmalar oluştuğunu ifade eden uzmanlar, "Ancak, uzun süreli kontrolsüz güneşlenme, kan damarlarına bile zarar verebiliyor" diye uyarıyorlar.

Uzmanlar, işi gereği güneşe çok maruz kalanlara ise şu önerilerde bulunuyor:

"Düzenli olarak cilt bakımı yaptırın. Doğum lekelerinizi sık sık kontrol ettirin. Doğum izlerinizde renk ve boyut değişiklikleri tehlikeli bir durumun sinyalleri olabilir. Güneşe çıkarken koruyuculuk özelliği en az 15'in üzerinde olan kremler sürün. Bol bol sıvı alın. Güneşten koruyucu giysiler, ultraviole filtreli gözlükler kullanın."

Güneş yanığına karşı soğuk duş almanın ve soğuk kompres uygulamanın yararlı olabileceğini kaydeden uzmanlar, "Eğer cildiniz su topladı ise vücudunuzda açık yara bırakmayın, üzerini steril bandaj yardımı ile kapatın. Hekim önermedikçe Benzokain içeren ilaçlar kullanmayın. Eğer baş dönmesi, yanık bölgesinde çok fazla acı ve yüksek ateş varsa, su dolu kabarcıklar oluşmuşsa mutlaka bir hekime başvurun" diyorlar.

Devamını Oku

Şişmanlığın Zararları Neledir? Şişmanlarda Sperm Seviyesi Düşüyor.

Aşırı şişman erkeklerde sperm kalitesinin düşük olduğu belirlendi.
Yapılan yeni bir araştırmada, aşırı şişman erkeklerde sperm kalitesinin düşük olduğu belirlendi.
Aberdeen Üniversitesi bilim adamları, kısırlık sorunundan mustarip çiftler arasından 2000 erkeğin sperm kalitesini inceledi.
Araştırmaya katılan ve vücut kütle endeksi yüksek olan erkeklerdeki anormal sperm oranının daha fazla olduğu belirlendi.
Araştırmaya katılan erkekler vücut kütle endekslerine göre 4 gruba ayrıldı.
Araştırmada, sigara, alkol ve yaş gibi kısırlığa sebep olabilecek diğer unsurlar da göz önüne alındı.
Araştırma sonucunda, vücut külte endeksi ideal ölçülerde (20-25 arasında) olanların sperm kalitesinin ve meni hacminin şişmanlara oranla daha yüksek olduğu belirlendi.
Vücut Endeksi Anormal Sperm Oranında Etkili
Barcelona'daki Avrupa İnsan Üreme ve Embriyoloji Derneği'nin toplantısında sunulan araştırmada, vücut kütle endeksi yüksek olanlarda ise meni sıvısı hacminin daha düşük olduğu ve anormal sperm oranının yüksek olduğu görüldü.
Araştırmada, sperm yoğunluğu ve hareketliliği açısından ise bu dört grup arasında farlılık bulunamadı.
Araştırmanın başkanı Aberdeen Üniversitesi'nden Dr. Giyat Şayib, "Bulgularımız diğer faktörlerden bağımsızdır ve eşleriyle bebek yapmaya çalışan erkeklerin öncelikle ideal kiloya inmeye çalışmaları gerektiğini göstermektedir" dedi.
Şayib, bundan böyle ideal kilonun getirdiği yararlar arasına meni kalitesinin artmasının da gireceğini söyledi.
Dr. Şayib, aşırı şişman erkeklerde sperm kalitesinin düşük olmasının sebebinin, obezlerdeki hormon seviyelerinin farklılığı, fazla yağ birikmesi yüzünden testislerin aşırı ısınması veya obezliğe yol açan yaşam biçimi ve beslenme alışkanlığı olabileceğini söyledi.
Araştırmacılar bundan sonra, meni kalitesinin düşüklüğünün kısırlığa doğrudan etki edip etmediğine bakmak için kısır olan ve olmayan çiftlerde erkeklerin vücut kütle endekslerine bakacaklar.
Aşırı şişmanlığın kadınlarda da gebe kalmayı zorlaştırdığı biliniyor. Başka araştırmalar obezliğin spermde DNA hasarına yol açtığını göstermişti.
TRT
Aşırı şişman erkeklerde sperm kalitesinin düşük olduğu belirlendi.
Yapılan yeni bir araştırmada, aşırı şişman erkeklerde sperm kalitesinin düşük olduğu belirlendi.
Aberdeen Üniversitesi bilim adamları, kısırlık sorunundan mustarip çiftler arasından 2000 erkeğin sperm kalitesini inceledi.
Araştırmaya katılan ve vücut kütle endeksi yüksek olan erkeklerdeki anormal sperm oranının daha fazla olduğu belirlendi.
Araştırmaya katılan erkekler vücut kütle endekslerine göre 4 gruba ayrıldı.
Araştırmada, sigara, alkol ve yaş gibi kısırlığa sebep olabilecek diğer unsurlar da göz önüne alındı.
Araştırma sonucunda, vücut külte endeksi ideal ölçülerde (20-25 arasında) olanların sperm kalitesinin ve meni hacminin şişmanlara oranla daha yüksek olduğu belirlendi.
Vücut Endeksi Anormal Sperm Oranında Etkili
Barcelona'daki Avrupa İnsan Üreme ve Embriyoloji Derneği'nin toplantısında sunulan araştırmada, vücut kütle endeksi yüksek olanlarda ise meni sıvısı hacminin daha düşük olduğu ve anormal sperm oranının yüksek olduğu görüldü.
Araştırmada, sperm yoğunluğu ve hareketliliği açısından ise bu dört grup arasında farlılık bulunamadı.
Araştırmanın başkanı Aberdeen Üniversitesi'nden Dr. Giyat Şayib, "Bulgularımız diğer faktörlerden bağımsızdır ve eşleriyle bebek yapmaya çalışan erkeklerin öncelikle ideal kiloya inmeye çalışmaları gerektiğini göstermektedir" dedi.
Şayib, bundan böyle ideal kilonun getirdiği yararlar arasına meni kalitesinin artmasının da gireceğini söyledi.
Dr. Şayib, aşırı şişman erkeklerde sperm kalitesinin düşük olmasının sebebinin, obezlerdeki hormon seviyelerinin farklılığı, fazla yağ birikmesi yüzünden testislerin aşırı ısınması veya obezliğe yol açan yaşam biçimi ve beslenme alışkanlığı olabileceğini söyledi.
Araştırmacılar bundan sonra, meni kalitesinin düşüklüğünün kısırlığa doğrudan etki edip etmediğine bakmak için kısır olan ve olmayan çiftlerde erkeklerin vücut kütle endekslerine bakacaklar.
Aşırı şişmanlığın kadınlarda da gebe kalmayı zorlaştırdığı biliniyor. Başka araştırmalar obezliğin spermde DNA hasarına yol açtığını göstermişti.
TRT
Devamını Oku

Migros ve Tansaşa Kötü Haber

Perakende mağazacılık büyük balığın küçük balığı yuttuğu bir saha gibi. Son kurban, son yıllarda büyük bir atılım yapan Sütaş gibi gözüküyor. Migros, Şok, Tansaş mağazalarında 6 aydan bu yana Sütaş satışı yasak!
Mayıs ayında bu yana Migros, Şok, Tansaş, Macro Center marketlerinde Sütaş ürünleri satılmıyor.



2008 Yılında İngiltere- Londra merkezli BC Partners’a bağlı Moonlight Capital'a (Ayışığı Sermayesi) satılan Migros ve yine bu grubu bağlı Tansaş, Şok, Macro Center Mazağalarında, Mayıs ayından bu yana Sütaş ürünleri satılmıyor.



Basında yer alan haberlere göre anlamazlık, raf bedellerinden kaynaklanmaktadır. Aşağıda ki alıntı dikkat çekicidir.



"Raf savaşları farklı biçimlerde oluyor. Ya çok çeşidi olan markaların çeşit sayısının azaltılması ve raf için ödenen bedelin daha yukarı çekilmesi bekleniyor ya da ürünün bedelini daha üretimde koyan üreticiden bunu yapmaması isteniyor. Üretici tarafından konulan bedeller perakendecinin kâr marjını sınırlandırdığından daha baştan perakendecilerden o ürüne defans vermelerine sebep oluyor. Perakendeci tarafından geliştirilen bir başka pazarlık yöntemi de üreticiden raf bedeli olarak bedava ürün talep edilmesi. Bedava ürün rakamı da çok değişken.



Örneğin perakendeci çok büyük, mağaza sayısı yüzlerceyse beklenen bedava ürün miktarı 500 bin lira kadar olabiliyor. Perakendeci bunu sattıktan sonra üreticiden bedelli ürün almaya başlıyor. Sayısı daha küçük perakendecilerde bir tek ürün için yıllık 5 bin lira talep edilebiliyor. Eğer 15 mağazalık bir zincire sahipseniz sözü geçen tek bir ürün için raf kiralama bedeliniz yıllık 60 bin lira oluyor. Peki, bütün bu pazarlıklar kime, nasıl yansıtılıyor? Perakendeci kâr marjını artırmak, üretici riskini azaltmak için pazarlık ede dursun, bütün bu sürecin sonunda tüketici etkileniyor. Fiyat serbest bırakıldığında perakendeci ürünü istediği fiyata satabiliyor. Bedava ürün alarak bir markette satılmaya başlanmış ürün ise daha en baştan üreticinin fiyat artışı yapmasına sebep oluyor. Bu da yine tüketiciye yansıtılıyor."



Konuya ilişkin Süt Platformu şu açıklamayı yaptı: "Sütaş ürünlerinin ülkemizde 1250 mağazası olan Migros grubu marketlerinde satılmaması kabul edilemez. Sütaş ülkemizin önde gelen yerel ve güvenilir markalarından biridir. Sütaş'a süt üreten on binlerce süt üreticisi vardır. Dolayısıyla Sütaş ailesi sadece çalışanları ile değil, tedarikçileri olan süt üreticileri ile büyük bir ailedir. Keza Sütaş milyonlarca tüketicisine de sağlıklı ve güvenilir süt ürünü üretmektedir.



İnternette yaptığımız araştırmalarda market raflarının tedarikçileri zorlayan pazarlıklar ile verildiğini, bazen nakit bazen de bedelsiz ürün ile market raflarının tedarikçilere açıldığını okuduk. Bu konuda söz konusu süt ürünleri olunca, olayın boyutu farklı oluyor. Çünkü Sütaş tek başına değerlendirilemez. Sütaş'a süt üreten binlerce süt üreticisi de işin içindedir. Dolayısıyla Migros'un dayattığı bir konu varsa eğer bu sadece kurumsal olarak Sütaş'ı değil, binlerce süt üreticisini de ilgilendirir. Gönül ister ki, market yasası çıksın, marketlerde private label ürünlere sınırlama getirilsin, süt ürünleri gibi her yaştan insanın beslenmesinde kritik rol oynayan ürünlerde pazarlıklar kaldırılsın. Süt ürünlerinde kalite standartlarında olan markalar, raf bedellerine maruz kalmadan raflarda yerlerini alsın.



Söz konusu süt ürünleri olunca Sütaş yada başka bir markanın hipermarket dayatmaları ile ürünlerini tüketiciye ulaştıramamasına seyirci kalamayız. Bu konuda Süt Birlikleri'nin de konuyla ilgilenmesi gerekmektedir. Sonuçta Pınar, Ülker, Danone, Sek ve diğer markalarda Sütaş'a destek olmalıdır. Çünkü konu hassastır.



Not: Migros müşteri hatlarını arayıp sorduk. "Sütaş ürünleri niye yok dedik". Verilen cevap, biraz bekledikten sonra, "sütaş ürünleri satılmamaktadır" Dedik sebep nedir? "pazarlama bölümüyle ilgili " deyip net bir cevap vermiyorlar. Bizde "bu normal birşey değil, sonuçta süt ürünlerinden bahsediyoruz, çoluğumuza çocuğumuza içiyoruz yediriyoruz, bu kararı Migros alamaz. Güvenilir bir markayı Migros tüketicilerine sunmak zorundadır. Bu karar kurumsal bir karar olarak kabul edilemez." Dedik.


Kaynak:
cafesiyaset.com
Perakende mağazacılık büyük balığın küçük balığı yuttuğu bir saha gibi. Son kurban, son yıllarda büyük bir atılım yapan Sütaş gibi gözüküyor. Migros, Şok, Tansaş mağazalarında 6 aydan bu yana Sütaş satışı yasak!
Mayıs ayında bu yana Migros, Şok, Tansaş, Macro Center marketlerinde Sütaş ürünleri satılmıyor.



2008 Yılında İngiltere- Londra merkezli BC Partners’a bağlı Moonlight Capital'a (Ayışığı Sermayesi) satılan Migros ve yine bu grubu bağlı Tansaş, Şok, Macro Center Mazağalarında, Mayıs ayından bu yana Sütaş ürünleri satılmıyor.



Basında yer alan haberlere göre anlamazlık, raf bedellerinden kaynaklanmaktadır. Aşağıda ki alıntı dikkat çekicidir.



"Raf savaşları farklı biçimlerde oluyor. Ya çok çeşidi olan markaların çeşit sayısının azaltılması ve raf için ödenen bedelin daha yukarı çekilmesi bekleniyor ya da ürünün bedelini daha üretimde koyan üreticiden bunu yapmaması isteniyor. Üretici tarafından konulan bedeller perakendecinin kâr marjını sınırlandırdığından daha baştan perakendecilerden o ürüne defans vermelerine sebep oluyor. Perakendeci tarafından geliştirilen bir başka pazarlık yöntemi de üreticiden raf bedeli olarak bedava ürün talep edilmesi. Bedava ürün rakamı da çok değişken.



Örneğin perakendeci çok büyük, mağaza sayısı yüzlerceyse beklenen bedava ürün miktarı 500 bin lira kadar olabiliyor. Perakendeci bunu sattıktan sonra üreticiden bedelli ürün almaya başlıyor. Sayısı daha küçük perakendecilerde bir tek ürün için yıllık 5 bin lira talep edilebiliyor. Eğer 15 mağazalık bir zincire sahipseniz sözü geçen tek bir ürün için raf kiralama bedeliniz yıllık 60 bin lira oluyor. Peki, bütün bu pazarlıklar kime, nasıl yansıtılıyor? Perakendeci kâr marjını artırmak, üretici riskini azaltmak için pazarlık ede dursun, bütün bu sürecin sonunda tüketici etkileniyor. Fiyat serbest bırakıldığında perakendeci ürünü istediği fiyata satabiliyor. Bedava ürün alarak bir markette satılmaya başlanmış ürün ise daha en baştan üreticinin fiyat artışı yapmasına sebep oluyor. Bu da yine tüketiciye yansıtılıyor."



Konuya ilişkin Süt Platformu şu açıklamayı yaptı: "Sütaş ürünlerinin ülkemizde 1250 mağazası olan Migros grubu marketlerinde satılmaması kabul edilemez. Sütaş ülkemizin önde gelen yerel ve güvenilir markalarından biridir. Sütaş'a süt üreten on binlerce süt üreticisi vardır. Dolayısıyla Sütaş ailesi sadece çalışanları ile değil, tedarikçileri olan süt üreticileri ile büyük bir ailedir. Keza Sütaş milyonlarca tüketicisine de sağlıklı ve güvenilir süt ürünü üretmektedir.



İnternette yaptığımız araştırmalarda market raflarının tedarikçileri zorlayan pazarlıklar ile verildiğini, bazen nakit bazen de bedelsiz ürün ile market raflarının tedarikçilere açıldığını okuduk. Bu konuda söz konusu süt ürünleri olunca, olayın boyutu farklı oluyor. Çünkü Sütaş tek başına değerlendirilemez. Sütaş'a süt üreten binlerce süt üreticisi de işin içindedir. Dolayısıyla Migros'un dayattığı bir konu varsa eğer bu sadece kurumsal olarak Sütaş'ı değil, binlerce süt üreticisini de ilgilendirir. Gönül ister ki, market yasası çıksın, marketlerde private label ürünlere sınırlama getirilsin, süt ürünleri gibi her yaştan insanın beslenmesinde kritik rol oynayan ürünlerde pazarlıklar kaldırılsın. Süt ürünlerinde kalite standartlarında olan markalar, raf bedellerine maruz kalmadan raflarda yerlerini alsın.



Söz konusu süt ürünleri olunca Sütaş yada başka bir markanın hipermarket dayatmaları ile ürünlerini tüketiciye ulaştıramamasına seyirci kalamayız. Bu konuda Süt Birlikleri'nin de konuyla ilgilenmesi gerekmektedir. Sonuçta Pınar, Ülker, Danone, Sek ve diğer markalarda Sütaş'a destek olmalıdır. Çünkü konu hassastır.



Not: Migros müşteri hatlarını arayıp sorduk. "Sütaş ürünleri niye yok dedik". Verilen cevap, biraz bekledikten sonra, "sütaş ürünleri satılmamaktadır" Dedik sebep nedir? "pazarlama bölümüyle ilgili " deyip net bir cevap vermiyorlar. Bizde "bu normal birşey değil, sonuçta süt ürünlerinden bahsediyoruz, çoluğumuza çocuğumuza içiyoruz yediriyoruz, bu kararı Migros alamaz. Güvenilir bir markayı Migros tüketicilerine sunmak zorundadır. Bu karar kurumsal bir karar olarak kabul edilemez." Dedik.


Kaynak:
cafesiyaset.com
Devamını Oku

Domuz Gribi Salgını Yayılıyormu ? Domuz Gribi Salgını Nerelerde Var ?

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa'da domuz gribi salgınını yakından takip eden kurumların yetkilileri, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede salgının daha da hızlanacağı uyarısını yaptı.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa'da domuz gribi salgınını yakından takip eden kurumların yetkilileri, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede salgının daha da hızlanacağı uyarısını dile getirdi, özellikle çocuklar, gençler ve diğer risk grubundakilerin aşılanmalarının önemine işaret etti.



Sağlık Bakanlığı yetkilileri ile Türkiye'de domuz gribi salgınına karşı yürütülen çalışmalar konusunda istişarelerde bulunan DSÖ ve Avrupa Hastalık Koruma ve Kontrol Merkezi (European Centre for Disease Prevention and Control)(ECDC) yetkilileri, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.



DSÖ Avrupa Bölgesi Danışmanı ve Nottingham Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Jonathan Nguyen Van Tam, 1918'deki İspanyol gribi salgını ile karşılaştırıldığında daha hafif seyreden bu salgının, mevsimsel gripten farklı olarak daha çok genç erişkinlerle küçük çocukların ölümüne yol açtığını söyledi.



İngiltere'de bu hastalıktan hastaneye daha çok çocuklar, gençler ve genç erişkinlerin yattığını anlatan Van Tam, bu hastaların yüzde 13'ünün de yoğun bakım veya solunum cihazı desteğine ihtiyaç duyduğunu belirtti.



Van Tam, ''Bütün bu gerçekleri dikkate alarak konuşmak gerekirse bütün hükümetlerin yapabilecekleri tek şey aşı temin edip uygulayarak ölümlerin önünü almaktır. Dünya genelinde olası bütün riskleri çok dikkatle inceledik. Ciddi riskle yüz yüze olan sağlık çalışanları, kronik hastalığı bulunanlar, hamileler, genç yetişkinler ve çocuklar mutlaka aşılanmalı'' diye konuştu.



''Kimin hangi öncelik sırasına göre aşılanacağı konusunda Türkiye'nin şu ana kadar her adımı doğru attığını'' vurgulayan Van Tam, sözlerini şöyle sürdürdü:



''Türkiye aşı konusunda Avrupa bölgesinde çok ciddi saygınlığa sahip firmaların aşılarını aldı. Bunların tabi tutulduğu test düzeyleri, İngiltere dahil diğer Avrupa ülkelerinin aldığı aşılar ile aynı. Türkiye'nin aşı aldığı firmalardan biri, aynı zamanda İngiltere'nin de en fazla miktarda aşı temin ettiği firmalardan birisi. Salgın şu anda Türkiye'de tam hızlanma aşamasında. Henüz daha en kötü durumla karşılaşılmadı. Vaka, hastaneye yatış ve ölümlerde artış bekliyoruz.''



Aşıyla ilgili Türkiye'de olduğu gibi diğer ülkelerde de bazı spekülasyonlar yapıldığını kaydeden Van Tam, şu uyarıları dile getirdi:



''Ama şunu hiç unutmamak gerekir ki aşı bir tedavi değil, önleme aracıdır. Hastalık her yanı sarana kadar bekleme kararında olanlar varsa çok gecikeceklerini bilmeleri lazım. Harekete geçme zamanı tam şu andır. Türkiye'nin hali hazırda bulunduğu durumda, hazırlık seviyesinde bulunabilmek, elindeki aşı imkanlarına sahip olabilmek ve bütün nüfusu aşılayabilmek için sahip oldukları pek çok şeyi feda edecek çok ülke. Türkiye'ye bu konuda gıptayla bakıldığını bilmek lazım.''



''YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNE YATIRILMASI RİSKİNİ KABUL EDER MİSİNİZ?''



Türkiye'de yakında okullarda başlayacak aşılama konusunda ailelere tavsiyelerde bulunan Van Tam, İngiltere'de domuz gribinden hastaneye yatırılanların büyük çoğunluğunu çocukların oluşturduğunu yineleyerek, şunları dile getirdi:



''Ailelere şu soruyu yöneltmek isterim: Çocuğunuzun pandemik grip nedeniyle hastaneye ve sonrasında da yoğun bakım ünitesine yatırılması riskini kabul etmek ister misiniz? Eğer bu riski göze almak istemiyorsanız lütfen çocuğunuzu aşılatın. Sizin çocuğunuz bu gribe karşı aşılanan ilk çocuk olmayacak. Dünyanın her yerinde milyonlarca çocuk bu pandemik gribe karşı aynı aşıyla aşılanmış durumda. İngiltere'de pandemi başladığında ilk salgınlar okullarda patlak verdi. Çünkü çocuklar gribi etkili şekilde çevrelerine yayarlar.''



Van Tam, ailelerin aşının içerdiği adjuvan konusunda endişeye kapılmamaları gerektiğini belirterek, bu aşıların güvenilirliği konusunda hiçbir şüpheye düşülmemesini istedi.



Domuz gribi aşısının deneme grubunda olduğunu, dolayısıyla kendisine ''adjuvanlı mı adjuvansız mı'' aşı yapıldığını bilmediğini anlatan Van Tam, ''Her iki aşının güvenilirliği konusunda şüphem olmadığı için bu önem taşımıyor'' dedi.



''AVRUPA'DA ÖLÜ SAYISININ ARTMASI BEKLENİYOR''



Avrupa'da domuz gribi salgını ile ilgili çalışma yürüten en önemli kuruluşlardan biri olan Avrupa Hastalık Koruma ve Kontrol Merkezi (European Centre for Disease Prevention and Control)(ECDC) Grip Koordinatörü, çocuk hastalıkları ve halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Angus Nicoll de ebeveynlerin hem kendilerinin hem de çocuklarının aşılanmasına çok büyük önem vermeleri gerektiğini belirtti.



''Bu hastalıktan Avrupa'da kaç ölüm beklendiği ve aşılamanın bunu ne kadar önleyeceği?'' sorusu üzerine Nicoll, ''Avrupa genelinde ölü sayısının artmasının beklendiğini'' bildirdi.



Aday ülkelerle birlikte AB ülkelerinde bin dolayında kişinin bugüne kadar bu hastalıktan öldüğünü kaydeden Nicoll, ölümlerin devam edeceğini ancak beklenen toplam ölü sayısı hakkında bir öngörüde bulunmalarının mümkün olmadığını söyledi.



Nicoll, domuz gribi aşısının etkinliğinin çok iyi olduğunu, aşılamanın ölüm oranını azaltacağını bildirdi.



Aşılamanın devam ettiği Avrupa genelinde Türkiye'deki aşının aynısıyla bağışıklanmış milyonlarca insan bulunduğunu kaydeden Nicoll, yaşadığı İsveç'te 55 bini çocuk olmak üzere 2 milyonun üzerinde insana domuz gribi aşısı yapıldığını söyledi.



Nicoll, aşılama sırasında ortaya çıkan ağrı, şişlik gibi yan etkilerin laboratuvar aşamasında görülen yan etkilerle aynı olduğunu bildirdi.



''Aşı sonrası ölüm'' iddialarını da değerlendiren Nicoll, bunların çok yakından incelendiğini, şu ana kadar aşıyla ölümler arkasında hiçbir ilişki kurulamadığını, tamamen rastlantısal olduğunu söyledi.



İrlanda, Almanya, Norveç, Danimarka, İsveç gibi tüm Avrupa ülkelerini yakından izlediklerini vurgulayan Nicoll, kamuoyunun bu konuda bir çok bilgiyle karşılaştığını ancak bu bilgilerin yetkili kurumların internet sitelerinden takip edilmesinin önem taşıdığını kaydetti.



Salgının dünyadaki gelişimiyle ilgili DSÖ ile hazırladıkları son raporla ilgili de bilgi veren Nicoll, ''Şu an itibarıyla pandemi eğilimi batıdan doğuya, kuzeyden güneye kaymakta. Güneydoğu Avrupa'da pandemi dalgası kendisini göstermeye başladı ki Türkiye ve çevre ülkeler de dahil. Batıda pik noktasına ulaşıldı'' şeklinde konuştu.



Türkiye'de de salgının artış gösterme eğiliminde olacağını bildiren Nicoll, ''Türkiye'nin çok ciddi bir avantaja sahip olduğunun altını çizmek lazım ki bu da aşıdır'' dedi.



Nicoll, sağlık çalışanlarına, ''Lütfen kendinizi aşılatınız. Böylelikle hem kendinizi hem hastalarınızı koruyun. Aşı çok güvenli bir üründür. Bunu kullanınız ve avantajından mahrum kalmayınız'' çağrısında bulundu.



Aşıdaki adjuvan maddesiyle ilgili tartışmaları da değerlendiren Nicoll, hekimlerin dünyadaki otoritelerin web sayfalarını izleyerek aşının çocuklar üzerinde ne kadar etkili olduğunu takip etmelerini istedi.



Bu konudaki her adımın titizlikle izlendiğini bildiren Nicoll, bir çok ülkede aşılamanın daha önce başlaması nedeniyle Türkiye'nin bunların sonuçlarını takip edebileceğini söyledi.



Ailelere de seslenen Nicoll, ''Çocuklarını koruma konusunda çok titiz davranan Türk aileleri, lütfen çocuklarınızı aşılatın ve korunmalarına katkıda bulunun. Zira bu aşının diğer yaptırdığınız aşılardan hiçbir farkı yok. Adjuvanlı ve adjuvansız aşılar arasında fark olduğuna dair kanıt yok. Tam aksine adjuvanlı aşıların avantajı var. Virüs değişiklik geçirirse bu aşılar daha geniş yelpazede koruma sağlar. Benim çocuklarım da adjuvanlı aşıyla aşılanacak. Türkiye'nin sahip olduğu aşılar diğer ülkelerdeki adjuvanlı aşılarla aynıdır'' ifadesini kullandı.



Yüksek ateşi bulunan bir çocuğa bu belirti ortadan kalkıncaya kadar aşı yapılmaması gerektiğini belirten Nicoll, ancak sadece burun akıntısı gibi belirtiler olması halinde aşının yapılabileceğini söyledi.



Van Tam da laboratuvarda A(H1N1) tanısı konmadığı sürece grip geçirenlerin tümünün aşılanması gerektiğini, domuz gribi geçirenlerin bile aşılanmasında sakınca olmadığını, hatta bunun antikor seviyesini yükselteceğini söyledi.



''DSÖ AŞIYI DESTEKLİYOR''



Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Merkezi Küresel Grip Programı Pandemi Hazırlık, Eğitim ve Bilgilendirme Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hande Harmancı da pandemik grip aşısının, 60 yıldır yapılagelen mevsimsel grip aşısından farklı olmadığını, örgütün bu aşının arkasında olduğunu ve uygulamaları desteklediğini bildirdi.



Şimdiye kadar dünya genelinde 65 milyon kişinin aşılandığını vurgulayan Harmancı, aşı yerinde şişlik, kızarıklık ve ağrı gibi beklenen yan etkilerin dışında herhangi bir beklenmeyen yan etkiye rastlanmadığını söyledi.



Aşının eylül ayından itibaren ilk olarak Avustralya ve Çin'de uygulanmaya başlandığını anlatan Harmancı, Danimarka, Katar, İngiltere, ABD, Fransa, İsveç gibi pek çok ülkede de aşılama yapıldığını söyledi.



''Aşı sonrası ölüm iddiaları konusunda DSÖ'nün ne gibi çalışmalar yaptığı'' sorusu üzerine Harmancı, şöyle konuştu:



''Her aşıda olduğu gibi bu aşı da piyasaya sürülüp insanlar üzerinde uygulanmaya başlandıktan sonra ulusal sağlık otoriteleri izlemler yapıyor. Aşıya bağlanan olaylar, ölümler ortaya çıkabiliyor. Fakat şöyle yaklaşmak lazım, 'Bu olay oldu ve arkasından öldü' demek için, iki olay arasındaki bağlantıyı araştırmak ve net bir şekilde ortaya koymak gerekir. Bu tip olaylar oluyorsa ölümün bu olaya bağlı olup olmadığının araştırılması lazım. Bütün ülkelerde de bu yapılıyor.''



''Hastalığın dünyada da Türkiye'de olduğu gibi gençleri mi etkilediği?'' sorusuna karşılık Harmancı, bu gribin her yıl görülen mevsimsel gripten farklı olduğuna işaret etti.



Domuz gribinin daha çok genç grupta ortaya çıktığını anlatan Harmancı, ''Küçük çocuklarda çok büyük oranlarda hastaneye yatış görüyoruz. Bu, mevsimsel gripte görmeye alışık olduğumuz bir durum değil. Hamileler de çok büyük risk altında. Özellikle hamileliğin sonlarında hastalık ortaya çıkarsa ölüm riski normal nüfusa göre 4-5 kat daha fazla oluyor. Dolayısıyla bu hastalığa normal grip diye bakmamak lazım'' diye konuştu.



''Belirli ürünler alınarak veya bir beslenme yöntemi benimsenerek bu hastalıktan korunmanın mümkün olup olmadığı?'' sorusu üzerine Harmancı, sağlıklı beslenme ve yaşam tarzı benimsenmesinin bütün hastalıklar için tevsiye edilebileceğini fakat ''şu çayı içerseniz veya şunu yerseniz domuz gribi olmazsınız'' diye bilimsel açıdan kanıtlanan bir şey olmadığını söyledi.



Harmancı, ''DSÖ'nün tavsiyeleri arasında böyle bir şeyi bulamazsınız. Bağışıklık sistemi açısından beslenme, uyku ve stres düzeyine dikkat etmek bütün hastalıklar için önemli. Fakat şu andaki pandemik grip için aşının dışında, 'şunu yaparsanız hasta olmazsınız' gibi bir korunma sağlayabilecek herhangi bir madde bilimsel olarak kanıtlanmış değil'' dedi.



El yıkama, maske gibi bireysel korunma yöntemlerinin de hastalığın bulaşmasını önleyebileceğini kaydederek, ''Bunlar da aşı da çok önemli. Niye hepsini kullanmayalım? Elimizde var olan önlem paketinin hepsini kullanalım, ölümler olmasın'' diye konuştu.



''Salgında bundan sonra neler beklendiği'' sorusuna karşılık, havaların soğumasıyla Türkiye'de olduğu gibi beklenenden çok önce hastalık aktivitesinin arttığını belirten Harmancı, bu artışın bir süre daha devam edeceğini ama ne kadar daha devam edeceğinin öngörülemediğini söyledi.



Harmancı, virüste bir değişiklik olup olmadığının sürekli izlendiğini ifade ederek, ''Büyük bir salgının yaşandığı Ukrayna'da virüsün değişim gösterdiği'' iddialarıyla ilgili şöyle konuştu:



''DSÖ'nün dünya genelinde ülkelerde birlikte çalıştığı 100'den fazla ulusal grip laboratuvarı, 5 de referans laboratuvarı var. Ukrayna'dan alınan örnekler İngiltere'deki merkeze gönderildi ve buradan gelen sonuçlara göre virüste anlamlı bir değişiklik olmadığı gösterildi. DSÖ dünya sağlığı için çalışan bir örgüt. Herhangi bir bilgiyi saklamamız söz konusu olamaz. Elbette var olan bilgi paylaşılır.''



Harmancı, vatandaşların güvenilir kaynaklardan bilgi edinmelerini, DSÖ'nün, Avrupa'daki sağlık kurumlarının ve Sağlık Bakanlığının bilgilerine güvenilmesini istedi.



Çin'de 11 milyon kişinin aşılandığını, aşıdan sonra 2 ölüm görüldüğünü, otopsiden sonra bu ölümlerin altta yatan hastalıklara bağlı olduğunun gösterildiğini vurgulayan Harmancı, bu aşıdan korkulmaması gerektiğini söyledi.



''TÜRKİYE ŞEFFAF DAVRANIYOR''



Dünya Sağlık Örgütü Türkiye Ofisi Başkanı Maria Cristina Profili de 2006'daki kuş gribi salgınından dolayı ciddi bir bilgi birikimine sahip Türkiye'nin domuz gribine karşı ciddi bir hazırlık evresi geçirdiğini anlattı.



Profili, ''Türkiye'nin hazırlık seviyesi, uygulamalar çok iyi, durum kontrol altına alınmış durumda. Tam bir şeffaflık içinde hareket ediliyor'' dedi.




Kaynak:
Haber7.Com
AA
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa'da domuz gribi salgınını yakından takip eden kurumların yetkilileri, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede salgının daha da hızlanacağı uyarısını yaptı.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Avrupa'da domuz gribi salgınını yakından takip eden kurumların yetkilileri, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede salgının daha da hızlanacağı uyarısını dile getirdi, özellikle çocuklar, gençler ve diğer risk grubundakilerin aşılanmalarının önemine işaret etti.



Sağlık Bakanlığı yetkilileri ile Türkiye'de domuz gribi salgınına karşı yürütülen çalışmalar konusunda istişarelerde bulunan DSÖ ve Avrupa Hastalık Koruma ve Kontrol Merkezi (European Centre for Disease Prevention and Control)(ECDC) yetkilileri, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.



DSÖ Avrupa Bölgesi Danışmanı ve Nottingham Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Jonathan Nguyen Van Tam, 1918'deki İspanyol gribi salgını ile karşılaştırıldığında daha hafif seyreden bu salgının, mevsimsel gripten farklı olarak daha çok genç erişkinlerle küçük çocukların ölümüne yol açtığını söyledi.



İngiltere'de bu hastalıktan hastaneye daha çok çocuklar, gençler ve genç erişkinlerin yattığını anlatan Van Tam, bu hastaların yüzde 13'ünün de yoğun bakım veya solunum cihazı desteğine ihtiyaç duyduğunu belirtti.



Van Tam, ''Bütün bu gerçekleri dikkate alarak konuşmak gerekirse bütün hükümetlerin yapabilecekleri tek şey aşı temin edip uygulayarak ölümlerin önünü almaktır. Dünya genelinde olası bütün riskleri çok dikkatle inceledik. Ciddi riskle yüz yüze olan sağlık çalışanları, kronik hastalığı bulunanlar, hamileler, genç yetişkinler ve çocuklar mutlaka aşılanmalı'' diye konuştu.



''Kimin hangi öncelik sırasına göre aşılanacağı konusunda Türkiye'nin şu ana kadar her adımı doğru attığını'' vurgulayan Van Tam, sözlerini şöyle sürdürdü:



''Türkiye aşı konusunda Avrupa bölgesinde çok ciddi saygınlığa sahip firmaların aşılarını aldı. Bunların tabi tutulduğu test düzeyleri, İngiltere dahil diğer Avrupa ülkelerinin aldığı aşılar ile aynı. Türkiye'nin aşı aldığı firmalardan biri, aynı zamanda İngiltere'nin de en fazla miktarda aşı temin ettiği firmalardan birisi. Salgın şu anda Türkiye'de tam hızlanma aşamasında. Henüz daha en kötü durumla karşılaşılmadı. Vaka, hastaneye yatış ve ölümlerde artış bekliyoruz.''



Aşıyla ilgili Türkiye'de olduğu gibi diğer ülkelerde de bazı spekülasyonlar yapıldığını kaydeden Van Tam, şu uyarıları dile getirdi:



''Ama şunu hiç unutmamak gerekir ki aşı bir tedavi değil, önleme aracıdır. Hastalık her yanı sarana kadar bekleme kararında olanlar varsa çok gecikeceklerini bilmeleri lazım. Harekete geçme zamanı tam şu andır. Türkiye'nin hali hazırda bulunduğu durumda, hazırlık seviyesinde bulunabilmek, elindeki aşı imkanlarına sahip olabilmek ve bütün nüfusu aşılayabilmek için sahip oldukları pek çok şeyi feda edecek çok ülke. Türkiye'ye bu konuda gıptayla bakıldığını bilmek lazım.''



''YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNE YATIRILMASI RİSKİNİ KABUL EDER MİSİNİZ?''



Türkiye'de yakında okullarda başlayacak aşılama konusunda ailelere tavsiyelerde bulunan Van Tam, İngiltere'de domuz gribinden hastaneye yatırılanların büyük çoğunluğunu çocukların oluşturduğunu yineleyerek, şunları dile getirdi:



''Ailelere şu soruyu yöneltmek isterim: Çocuğunuzun pandemik grip nedeniyle hastaneye ve sonrasında da yoğun bakım ünitesine yatırılması riskini kabul etmek ister misiniz? Eğer bu riski göze almak istemiyorsanız lütfen çocuğunuzu aşılatın. Sizin çocuğunuz bu gribe karşı aşılanan ilk çocuk olmayacak. Dünyanın her yerinde milyonlarca çocuk bu pandemik gribe karşı aynı aşıyla aşılanmış durumda. İngiltere'de pandemi başladığında ilk salgınlar okullarda patlak verdi. Çünkü çocuklar gribi etkili şekilde çevrelerine yayarlar.''



Van Tam, ailelerin aşının içerdiği adjuvan konusunda endişeye kapılmamaları gerektiğini belirterek, bu aşıların güvenilirliği konusunda hiçbir şüpheye düşülmemesini istedi.



Domuz gribi aşısının deneme grubunda olduğunu, dolayısıyla kendisine ''adjuvanlı mı adjuvansız mı'' aşı yapıldığını bilmediğini anlatan Van Tam, ''Her iki aşının güvenilirliği konusunda şüphem olmadığı için bu önem taşımıyor'' dedi.



''AVRUPA'DA ÖLÜ SAYISININ ARTMASI BEKLENİYOR''



Avrupa'da domuz gribi salgını ile ilgili çalışma yürüten en önemli kuruluşlardan biri olan Avrupa Hastalık Koruma ve Kontrol Merkezi (European Centre for Disease Prevention and Control)(ECDC) Grip Koordinatörü, çocuk hastalıkları ve halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Angus Nicoll de ebeveynlerin hem kendilerinin hem de çocuklarının aşılanmasına çok büyük önem vermeleri gerektiğini belirtti.



''Bu hastalıktan Avrupa'da kaç ölüm beklendiği ve aşılamanın bunu ne kadar önleyeceği?'' sorusu üzerine Nicoll, ''Avrupa genelinde ölü sayısının artmasının beklendiğini'' bildirdi.



Aday ülkelerle birlikte AB ülkelerinde bin dolayında kişinin bugüne kadar bu hastalıktan öldüğünü kaydeden Nicoll, ölümlerin devam edeceğini ancak beklenen toplam ölü sayısı hakkında bir öngörüde bulunmalarının mümkün olmadığını söyledi.



Nicoll, domuz gribi aşısının etkinliğinin çok iyi olduğunu, aşılamanın ölüm oranını azaltacağını bildirdi.



Aşılamanın devam ettiği Avrupa genelinde Türkiye'deki aşının aynısıyla bağışıklanmış milyonlarca insan bulunduğunu kaydeden Nicoll, yaşadığı İsveç'te 55 bini çocuk olmak üzere 2 milyonun üzerinde insana domuz gribi aşısı yapıldığını söyledi.



Nicoll, aşılama sırasında ortaya çıkan ağrı, şişlik gibi yan etkilerin laboratuvar aşamasında görülen yan etkilerle aynı olduğunu bildirdi.



''Aşı sonrası ölüm'' iddialarını da değerlendiren Nicoll, bunların çok yakından incelendiğini, şu ana kadar aşıyla ölümler arkasında hiçbir ilişki kurulamadığını, tamamen rastlantısal olduğunu söyledi.



İrlanda, Almanya, Norveç, Danimarka, İsveç gibi tüm Avrupa ülkelerini yakından izlediklerini vurgulayan Nicoll, kamuoyunun bu konuda bir çok bilgiyle karşılaştığını ancak bu bilgilerin yetkili kurumların internet sitelerinden takip edilmesinin önem taşıdığını kaydetti.



Salgının dünyadaki gelişimiyle ilgili DSÖ ile hazırladıkları son raporla ilgili de bilgi veren Nicoll, ''Şu an itibarıyla pandemi eğilimi batıdan doğuya, kuzeyden güneye kaymakta. Güneydoğu Avrupa'da pandemi dalgası kendisini göstermeye başladı ki Türkiye ve çevre ülkeler de dahil. Batıda pik noktasına ulaşıldı'' şeklinde konuştu.



Türkiye'de de salgının artış gösterme eğiliminde olacağını bildiren Nicoll, ''Türkiye'nin çok ciddi bir avantaja sahip olduğunun altını çizmek lazım ki bu da aşıdır'' dedi.



Nicoll, sağlık çalışanlarına, ''Lütfen kendinizi aşılatınız. Böylelikle hem kendinizi hem hastalarınızı koruyun. Aşı çok güvenli bir üründür. Bunu kullanınız ve avantajından mahrum kalmayınız'' çağrısında bulundu.



Aşıdaki adjuvan maddesiyle ilgili tartışmaları da değerlendiren Nicoll, hekimlerin dünyadaki otoritelerin web sayfalarını izleyerek aşının çocuklar üzerinde ne kadar etkili olduğunu takip etmelerini istedi.



Bu konudaki her adımın titizlikle izlendiğini bildiren Nicoll, bir çok ülkede aşılamanın daha önce başlaması nedeniyle Türkiye'nin bunların sonuçlarını takip edebileceğini söyledi.



Ailelere de seslenen Nicoll, ''Çocuklarını koruma konusunda çok titiz davranan Türk aileleri, lütfen çocuklarınızı aşılatın ve korunmalarına katkıda bulunun. Zira bu aşının diğer yaptırdığınız aşılardan hiçbir farkı yok. Adjuvanlı ve adjuvansız aşılar arasında fark olduğuna dair kanıt yok. Tam aksine adjuvanlı aşıların avantajı var. Virüs değişiklik geçirirse bu aşılar daha geniş yelpazede koruma sağlar. Benim çocuklarım da adjuvanlı aşıyla aşılanacak. Türkiye'nin sahip olduğu aşılar diğer ülkelerdeki adjuvanlı aşılarla aynıdır'' ifadesini kullandı.



Yüksek ateşi bulunan bir çocuğa bu belirti ortadan kalkıncaya kadar aşı yapılmaması gerektiğini belirten Nicoll, ancak sadece burun akıntısı gibi belirtiler olması halinde aşının yapılabileceğini söyledi.



Van Tam da laboratuvarda A(H1N1) tanısı konmadığı sürece grip geçirenlerin tümünün aşılanması gerektiğini, domuz gribi geçirenlerin bile aşılanmasında sakınca olmadığını, hatta bunun antikor seviyesini yükselteceğini söyledi.



''DSÖ AŞIYI DESTEKLİYOR''



Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Merkezi Küresel Grip Programı Pandemi Hazırlık, Eğitim ve Bilgilendirme Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hande Harmancı da pandemik grip aşısının, 60 yıldır yapılagelen mevsimsel grip aşısından farklı olmadığını, örgütün bu aşının arkasında olduğunu ve uygulamaları desteklediğini bildirdi.



Şimdiye kadar dünya genelinde 65 milyon kişinin aşılandığını vurgulayan Harmancı, aşı yerinde şişlik, kızarıklık ve ağrı gibi beklenen yan etkilerin dışında herhangi bir beklenmeyen yan etkiye rastlanmadığını söyledi.



Aşının eylül ayından itibaren ilk olarak Avustralya ve Çin'de uygulanmaya başlandığını anlatan Harmancı, Danimarka, Katar, İngiltere, ABD, Fransa, İsveç gibi pek çok ülkede de aşılama yapıldığını söyledi.



''Aşı sonrası ölüm iddiaları konusunda DSÖ'nün ne gibi çalışmalar yaptığı'' sorusu üzerine Harmancı, şöyle konuştu:



''Her aşıda olduğu gibi bu aşı da piyasaya sürülüp insanlar üzerinde uygulanmaya başlandıktan sonra ulusal sağlık otoriteleri izlemler yapıyor. Aşıya bağlanan olaylar, ölümler ortaya çıkabiliyor. Fakat şöyle yaklaşmak lazım, 'Bu olay oldu ve arkasından öldü' demek için, iki olay arasındaki bağlantıyı araştırmak ve net bir şekilde ortaya koymak gerekir. Bu tip olaylar oluyorsa ölümün bu olaya bağlı olup olmadığının araştırılması lazım. Bütün ülkelerde de bu yapılıyor.''



''Hastalığın dünyada da Türkiye'de olduğu gibi gençleri mi etkilediği?'' sorusuna karşılık Harmancı, bu gribin her yıl görülen mevsimsel gripten farklı olduğuna işaret etti.



Domuz gribinin daha çok genç grupta ortaya çıktığını anlatan Harmancı, ''Küçük çocuklarda çok büyük oranlarda hastaneye yatış görüyoruz. Bu, mevsimsel gripte görmeye alışık olduğumuz bir durum değil. Hamileler de çok büyük risk altında. Özellikle hamileliğin sonlarında hastalık ortaya çıkarsa ölüm riski normal nüfusa göre 4-5 kat daha fazla oluyor. Dolayısıyla bu hastalığa normal grip diye bakmamak lazım'' diye konuştu.



''Belirli ürünler alınarak veya bir beslenme yöntemi benimsenerek bu hastalıktan korunmanın mümkün olup olmadığı?'' sorusu üzerine Harmancı, sağlıklı beslenme ve yaşam tarzı benimsenmesinin bütün hastalıklar için tevsiye edilebileceğini fakat ''şu çayı içerseniz veya şunu yerseniz domuz gribi olmazsınız'' diye bilimsel açıdan kanıtlanan bir şey olmadığını söyledi.



Harmancı, ''DSÖ'nün tavsiyeleri arasında böyle bir şeyi bulamazsınız. Bağışıklık sistemi açısından beslenme, uyku ve stres düzeyine dikkat etmek bütün hastalıklar için önemli. Fakat şu andaki pandemik grip için aşının dışında, 'şunu yaparsanız hasta olmazsınız' gibi bir korunma sağlayabilecek herhangi bir madde bilimsel olarak kanıtlanmış değil'' dedi.



El yıkama, maske gibi bireysel korunma yöntemlerinin de hastalığın bulaşmasını önleyebileceğini kaydederek, ''Bunlar da aşı da çok önemli. Niye hepsini kullanmayalım? Elimizde var olan önlem paketinin hepsini kullanalım, ölümler olmasın'' diye konuştu.



''Salgında bundan sonra neler beklendiği'' sorusuna karşılık, havaların soğumasıyla Türkiye'de olduğu gibi beklenenden çok önce hastalık aktivitesinin arttığını belirten Harmancı, bu artışın bir süre daha devam edeceğini ama ne kadar daha devam edeceğinin öngörülemediğini söyledi.



Harmancı, virüste bir değişiklik olup olmadığının sürekli izlendiğini ifade ederek, ''Büyük bir salgının yaşandığı Ukrayna'da virüsün değişim gösterdiği'' iddialarıyla ilgili şöyle konuştu:



''DSÖ'nün dünya genelinde ülkelerde birlikte çalıştığı 100'den fazla ulusal grip laboratuvarı, 5 de referans laboratuvarı var. Ukrayna'dan alınan örnekler İngiltere'deki merkeze gönderildi ve buradan gelen sonuçlara göre virüste anlamlı bir değişiklik olmadığı gösterildi. DSÖ dünya sağlığı için çalışan bir örgüt. Herhangi bir bilgiyi saklamamız söz konusu olamaz. Elbette var olan bilgi paylaşılır.''



Harmancı, vatandaşların güvenilir kaynaklardan bilgi edinmelerini, DSÖ'nün, Avrupa'daki sağlık kurumlarının ve Sağlık Bakanlığının bilgilerine güvenilmesini istedi.



Çin'de 11 milyon kişinin aşılandığını, aşıdan sonra 2 ölüm görüldüğünü, otopsiden sonra bu ölümlerin altta yatan hastalıklara bağlı olduğunun gösterildiğini vurgulayan Harmancı, bu aşıdan korkulmaması gerektiğini söyledi.



''TÜRKİYE ŞEFFAF DAVRANIYOR''



Dünya Sağlık Örgütü Türkiye Ofisi Başkanı Maria Cristina Profili de 2006'daki kuş gribi salgınından dolayı ciddi bir bilgi birikimine sahip Türkiye'nin domuz gribine karşı ciddi bir hazırlık evresi geçirdiğini anlattı.



Profili, ''Türkiye'nin hazırlık seviyesi, uygulamalar çok iyi, durum kontrol altına alınmış durumda. Tam bir şeffaflık içinde hareket ediliyor'' dedi.




Kaynak:
Haber7.Com
AA
Devamını Oku

Yıllarca Yediğimiz Zararlı Yemekler Nelerdir ? Yıllarca Yediğimiz Zararlı Yemeklerin İsimleri ! Yıllarca Yediğimiz Zararlı Yemekler

Birçok insan, sağlıklı yaşamak için yemek seçimlerine özen gösterir. Çocuklar için seçilen yemeklerin protein ve mineral açısından zengin olmasına dikkat edilir. Bu titiz davranışlar içinde doğru bildiğimiz yanlışları yapmaktan da geri kalmayız.
Hastalandıklarında çeşit çeşit karışımlar hazırlanır ki çabuk ayağa kalkabilsinler. Aynı şekilde eşler birbirine, öğrenciler ev arkadaşlarına hastalandıklarında iyi bakabilmek için ellinden geleni yapar. Ancak sağlıklı olduğunu düşünerek tükettiğimiz yiyecek ve içecekler bazen yanlış beslenmemize neden olabiliyor. Üstelik doğru bildiğimiz bu yanlışlar yalnız hastalık durumlarında yapılmıyor. Günlük hayatta sıklıkla yediğimiz gıdalarla ilgili yapılan birçok hata var. Et yemeklerinin yanında ayran içmek, yemek arasında su içmemek, balı sıcak su veya sütle karıştırmak bunlardan yalnızca birkaçı. Bu yanlışların neler olduğunu öğrenmek isterseniz uzman diyetisyenler Turgay Köse, Dilara Koçak ve bilim doktoru Haluk Saçaklı'nın tavsiyelerini okuyun.



Balık yanında yoğurt yememek: Bilinenin aksine balık tazeyse yoğurtla birlikte yenilmesinde sakınca yok. Zehirlenmenin sebebi yoğurt değil, balığın içinde bulunan 'histamin' proteini. Bu madde yoğurtta da olduğundan, birlikte yenildiğinde vücuttaki 'histamin' miktarı artabiliyor ve alerjik durumu olan kişilerde kızarıklığa ya da kaşıntıya neden olabiliyor. Balığınızın tazeliğine güveniyorsanız, yoğurtla birlikte tüketmenizin hiçbir sakıncası yok.



Pekmeze yoğurt veya süt eklemek: Genellikle anneler faydalı olduğunu düşündüğü için çocuklarına yedirdikleri pekmeze yoğurt veya süt katar ya da tam tersi süte pekmez ekler. Hâlbuki sütün içinde bulunan kalsiyum, pekmezde bulunan demirin emilimini azaltıyor. Demir, C vitamini ile birlikte tüketildiğinde emilim artıyor ve C vitamini demirin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlıyor. Bu sebeple pekmez, süt yerine portakal suyu ile karıştırılırsa çok daha faydalı olacaktır.



Et yemekleri yanında ayran içmek: Et yemeklerinin yanında ayran içmek vazgeçilmez geleneklerimizdendir. Fakat yukarıda anlattığımız nedenden dolayı et ve ayranı ya da yoğurdu bir arada tüketmemek gerekiyor. Etteki demirin emilimini, ayrandaki kalsiyum azaltıyor. Eğer et yemeklerini de C vitamini ile birlikte yerseniz emilim artacaktır. Mesela et yemeğinin yanına, içinde maydanoz ve biber olan bol limonlu bir salata hazırlayabilirsiniz. Böylece C vitamini açısından zengin olan maydanoz, biber ve limon sayesinde etteki demirden maksimum fayda sağlarsınız.



Ispanağı yoğurtla birlikte yemek: Ispanakta da demir vitamini olduğundan yoğurtla yememeniz gerekenlerden. Sadece ıspanağı değil, içinde demir olan yiyecekleri kalsiyumla tüketmeyin.



Yemek yanında su içmemek: Birçoğumuz yemek yerken su içmenin kilo aldıracağını düşünürüz. Ne kadar susasak da su içmeyi yemekten 1-2 saat sonrasına saklarız veya yemeğe başlamadan içeriz. Kulaktan dolma bu inancın tersine yemek sırasında su içmek kilo aldırmaz, tam tersi iştahı yatıştırmaya yardımcı olur. Yalnızca sindirim sorunu olanlar yemek sırasında su içmemeli.



Aç karnına limonlu, sirkeli su veya greyfurt suyu içmek: Kilo problemi olan birçok insan, aç karnına sirkeli, limonlu su veya greyfurt suyu içmenin zayıflatacağını düşünür. Suya eklenen limon veya greyfurt, C vitamini içeriği dolayısıyla, güne başlarken kendini iyi hissetmenizi sağlayabilir. Ancak bu uygulamanın ne yazık ki zayıflatıcı hiçbir etkisi yok. Hatta sindirim sisteminizde rahatsızlık varsa sirkenin zararlı etkileri de olabilir.



Zeytinyağı, katı yağlar gibi kilo aldırmaz: Zeytinyağı kalp ve damar sağlığı için faydalı olsa da kilo yapma bakımından diğer yağlardan farksız. Zeytinyağı da olsa margarin de olsa bütün yağların 1 gramı 9 kalori enerji veriyor. Yani zeytinyağı da gereğinden fazla tüketildiğinde kilo yapıyor.



Balı sıcak sütle karıştırmak



Kendimizi biraz kötü hissettiğimizde, grip olacağımızı düşündüğümüzde hemen aklımıza gelir sıcak suya bal ve limon karıştırıp içmek. Sıcak sıcak içmeye önem verdiğimiz bu karışımın boğazlarımıza iyi geleceğini düşünürüz. Sıklıkla yaptığımız bu yanlış, aslında baldaki protein, mineral ve enzimlerin kaybedilmesine neden oluyor. 43 derecenin üzerinde ısıya maruz kalan bal, tüm besin değerini yitiriyor ve sıcak suyun, sütün ya da çayın içinde yalnızca tatlandırıcı işlevi görüyor. Bu nedenle balı ılık su, süt veya meyve suyu ile tüketmeye özen gösterin.



Kolesterolü artırır diye yumurta yememek



Yumurta anne sütünden sonra en kaliteli protein kaynağı olarak kabul edilir. Bu sebeple hiçbir sağlık problemi olmayanlar günde 1 yumurtayı rahatlıkla yiyebilir. Kolesterol, şeker veya tansiyon gibi problemi olanların haftada 2 yumurta tüketmesi daha uygu. Yumurtayı haşlama olarak yiyebileceğiniz gibi menemen, omlet, çılbır şeklinde 1 tatlı kaşığı yağ ile tüketebilirsiniz.



Kepek ekmek ve light ürünler, kilo aldırmaz



Kepek ekmeğinin kalorisi, beyaz ekmeğe göre biraz daha az olduğundan, kadınlar genellikle kepek ekmek yemeyi tercih ediyor. Ancak kepek ekmek ile beyaz ekmek arasında çok büyük bir kalori farkı yok. 'Nasılsa kalorisi az' diye kepek ekmeğini fazla tüketenler ise zayıflamak yerine kilo alıyor. Aynı şekilde üzerinde light yazan yiyecek ve içeceklerin tüketimlerine de dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü bu ürünlerin içinde şeker olmamasına rağmen yağ, un, tuz gibi lezzet veren öğeler var.



Yemekten hemen sonra meyve yememek



Yemekten sonra meyve yenilmesinin yağlanmaya sebep olacağı düşünülür. İkinci tabak yemek yerine, bir porsiyon meyve (1 elma, 1 portakal, 2 mandalina veya 1 armut ) yemek daha az enerji alımını yani daha az yemeyi sağlar. O nedenle yemek sonrası doygunluk sağlanamıyorsa, aşırıya kaçmayarak meyve yenilebilir. Ancak her besinin aşırı tüketilmesi yağ olarak depolanmasını artırır.




Kaynak:
Zaman
Birçok insan, sağlıklı yaşamak için yemek seçimlerine özen gösterir. Çocuklar için seçilen yemeklerin protein ve mineral açısından zengin olmasına dikkat edilir. Bu titiz davranışlar içinde doğru bildiğimiz yanlışları yapmaktan da geri kalmayız.
Hastalandıklarında çeşit çeşit karışımlar hazırlanır ki çabuk ayağa kalkabilsinler. Aynı şekilde eşler birbirine, öğrenciler ev arkadaşlarına hastalandıklarında iyi bakabilmek için ellinden geleni yapar. Ancak sağlıklı olduğunu düşünerek tükettiğimiz yiyecek ve içecekler bazen yanlış beslenmemize neden olabiliyor. Üstelik doğru bildiğimiz bu yanlışlar yalnız hastalık durumlarında yapılmıyor. Günlük hayatta sıklıkla yediğimiz gıdalarla ilgili yapılan birçok hata var. Et yemeklerinin yanında ayran içmek, yemek arasında su içmemek, balı sıcak su veya sütle karıştırmak bunlardan yalnızca birkaçı. Bu yanlışların neler olduğunu öğrenmek isterseniz uzman diyetisyenler Turgay Köse, Dilara Koçak ve bilim doktoru Haluk Saçaklı'nın tavsiyelerini okuyun.



Balık yanında yoğurt yememek: Bilinenin aksine balık tazeyse yoğurtla birlikte yenilmesinde sakınca yok. Zehirlenmenin sebebi yoğurt değil, balığın içinde bulunan 'histamin' proteini. Bu madde yoğurtta da olduğundan, birlikte yenildiğinde vücuttaki 'histamin' miktarı artabiliyor ve alerjik durumu olan kişilerde kızarıklığa ya da kaşıntıya neden olabiliyor. Balığınızın tazeliğine güveniyorsanız, yoğurtla birlikte tüketmenizin hiçbir sakıncası yok.



Pekmeze yoğurt veya süt eklemek: Genellikle anneler faydalı olduğunu düşündüğü için çocuklarına yedirdikleri pekmeze yoğurt veya süt katar ya da tam tersi süte pekmez ekler. Hâlbuki sütün içinde bulunan kalsiyum, pekmezde bulunan demirin emilimini azaltıyor. Demir, C vitamini ile birlikte tüketildiğinde emilim artıyor ve C vitamini demirin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlıyor. Bu sebeple pekmez, süt yerine portakal suyu ile karıştırılırsa çok daha faydalı olacaktır.



Et yemekleri yanında ayran içmek: Et yemeklerinin yanında ayran içmek vazgeçilmez geleneklerimizdendir. Fakat yukarıda anlattığımız nedenden dolayı et ve ayranı ya da yoğurdu bir arada tüketmemek gerekiyor. Etteki demirin emilimini, ayrandaki kalsiyum azaltıyor. Eğer et yemeklerini de C vitamini ile birlikte yerseniz emilim artacaktır. Mesela et yemeğinin yanına, içinde maydanoz ve biber olan bol limonlu bir salata hazırlayabilirsiniz. Böylece C vitamini açısından zengin olan maydanoz, biber ve limon sayesinde etteki demirden maksimum fayda sağlarsınız.



Ispanağı yoğurtla birlikte yemek: Ispanakta da demir vitamini olduğundan yoğurtla yememeniz gerekenlerden. Sadece ıspanağı değil, içinde demir olan yiyecekleri kalsiyumla tüketmeyin.



Yemek yanında su içmemek: Birçoğumuz yemek yerken su içmenin kilo aldıracağını düşünürüz. Ne kadar susasak da su içmeyi yemekten 1-2 saat sonrasına saklarız veya yemeğe başlamadan içeriz. Kulaktan dolma bu inancın tersine yemek sırasında su içmek kilo aldırmaz, tam tersi iştahı yatıştırmaya yardımcı olur. Yalnızca sindirim sorunu olanlar yemek sırasında su içmemeli.



Aç karnına limonlu, sirkeli su veya greyfurt suyu içmek: Kilo problemi olan birçok insan, aç karnına sirkeli, limonlu su veya greyfurt suyu içmenin zayıflatacağını düşünür. Suya eklenen limon veya greyfurt, C vitamini içeriği dolayısıyla, güne başlarken kendini iyi hissetmenizi sağlayabilir. Ancak bu uygulamanın ne yazık ki zayıflatıcı hiçbir etkisi yok. Hatta sindirim sisteminizde rahatsızlık varsa sirkenin zararlı etkileri de olabilir.



Zeytinyağı, katı yağlar gibi kilo aldırmaz: Zeytinyağı kalp ve damar sağlığı için faydalı olsa da kilo yapma bakımından diğer yağlardan farksız. Zeytinyağı da olsa margarin de olsa bütün yağların 1 gramı 9 kalori enerji veriyor. Yani zeytinyağı da gereğinden fazla tüketildiğinde kilo yapıyor.



Balı sıcak sütle karıştırmak



Kendimizi biraz kötü hissettiğimizde, grip olacağımızı düşündüğümüzde hemen aklımıza gelir sıcak suya bal ve limon karıştırıp içmek. Sıcak sıcak içmeye önem verdiğimiz bu karışımın boğazlarımıza iyi geleceğini düşünürüz. Sıklıkla yaptığımız bu yanlış, aslında baldaki protein, mineral ve enzimlerin kaybedilmesine neden oluyor. 43 derecenin üzerinde ısıya maruz kalan bal, tüm besin değerini yitiriyor ve sıcak suyun, sütün ya da çayın içinde yalnızca tatlandırıcı işlevi görüyor. Bu nedenle balı ılık su, süt veya meyve suyu ile tüketmeye özen gösterin.



Kolesterolü artırır diye yumurta yememek



Yumurta anne sütünden sonra en kaliteli protein kaynağı olarak kabul edilir. Bu sebeple hiçbir sağlık problemi olmayanlar günde 1 yumurtayı rahatlıkla yiyebilir. Kolesterol, şeker veya tansiyon gibi problemi olanların haftada 2 yumurta tüketmesi daha uygu. Yumurtayı haşlama olarak yiyebileceğiniz gibi menemen, omlet, çılbır şeklinde 1 tatlı kaşığı yağ ile tüketebilirsiniz.



Kepek ekmek ve light ürünler, kilo aldırmaz



Kepek ekmeğinin kalorisi, beyaz ekmeğe göre biraz daha az olduğundan, kadınlar genellikle kepek ekmek yemeyi tercih ediyor. Ancak kepek ekmek ile beyaz ekmek arasında çok büyük bir kalori farkı yok. 'Nasılsa kalorisi az' diye kepek ekmeğini fazla tüketenler ise zayıflamak yerine kilo alıyor. Aynı şekilde üzerinde light yazan yiyecek ve içeceklerin tüketimlerine de dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü bu ürünlerin içinde şeker olmamasına rağmen yağ, un, tuz gibi lezzet veren öğeler var.



Yemekten hemen sonra meyve yememek



Yemekten sonra meyve yenilmesinin yağlanmaya sebep olacağı düşünülür. İkinci tabak yemek yerine, bir porsiyon meyve (1 elma, 1 portakal, 2 mandalina veya 1 armut ) yemek daha az enerji alımını yani daha az yemeyi sağlar. O nedenle yemek sonrası doygunluk sağlanamıyorsa, aşırıya kaçmayarak meyve yenilebilir. Ancak her besinin aşırı tüketilmesi yağ olarak depolanmasını artırır.




Kaynak:
Zaman
Devamını Oku

Kanseri Önleyen Gıdalar Nelerdir? Kanseri Önleyen Gıdaların isimleri Nelerdir?

Prof. Dr. Tufan Koray, İzmir Körfezi'nde yetişmiş kefal türleri, dipten beslenen ve iç körfeze kadar giren pisi balığı gibi türlerin, insan sağlığı için zararlı ağır metaller içerdiğini, bu maddeler arasında kanser yapıcıların da bulunduğunu bildirdi.
Ege Üniversitesi (EÜ) Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tufan Koray, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile üniversitenin 5 yıl süren bir çalışma yaptığını, proje kapsamında iç körfezden alınan balıklardaki toksin ve zehirli organizmaların incelendiğini belirtti.



İzmir'in kanalizasyonunun körfeze akmasını engelleyen Büyük Kanal Projesi'nin iyi sonuç verdiğini, proje öncesinde körfezin çok daha kirli ve kötü kokulu olduğunu anlatan Koray, projenin tamamlanmasından sonra da körfezden çıkan balığın yenmemesi gerektiğini dile getirdi.



İzmir Körfezi'nde yetişmiş olan kefal türleri, dipten beslenen ve iç körfeze kadar giren pisi balığı gibi türlerin, insan sağlığı için zararlı ağır metaller içerdiğini, bu maddeler arasında kanser yapıcıların da bulunduğunu kaydeden Tufan Koray, şunları söyledi:



''Midyelerin yenmesi de riskli olabilir. Aşırı tüketimden bahsediyoruz. Miktar çok önemli, mesela 5-10 midye yemekten bir şey olacağını sanmıyorum, ancak çok fazla toksin büyük zararlar verebilir, toksin miktarı değişiyor. Bazı midyelerde hiç toksine rastlanmadığı da oldu ama bir kişiyi öldürmeye yetecek miktarda da toksin bulunabilir midyede. İç körfezden çok midye yemek, Rus ruletine benziyor. O kadar riskli.''



İç körfezde hala avlanan kişiler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tufan Koray, avlanan balıkların satılmasının ''korkunç'' olabileceğini, vatandaşların iç körfezden avlanan balıktan uzak durması gerektiğini söyledi.



-TARIM İL MÜDÜRLÜĞÜ YETKİLİLERİ-



İzmir Tarım İl Müdürlüğü Kontrol Şube Müdürlüğü yetkilileri de AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bostanlı Balıkçı Barınağı ve Güzelyalı vapur iskelesi arasında çekilen hattın doğusunun su ürünleri sirkülerine göre ''avlanması yasak bölge'' olduğunu hatırlattı.



Tarım İl Müdürlüğü'nün Emniyet İl Müdürlüğü desteğiyle 24 saat boyunca avlanmayı engellemek için su ürünleri kontrol teknesiyle bölgede nöbet tuttuğunu ifade eden yetkililer, avlanmaya çalışanları yakaladıklarını söyledi.



Yasak avlandıkları tespit edilen kişilerin araç gereçlerine el koyduklarını, 708 lira para cezası uyguladıklarını ve kaçak avlanan balıkları imha ettiklerini kaydeden yetkililer, ''Son bir ayda 20 ceza uyguladık. Bunların 19'u daha önce de yakalanan kişilere uygulandı. Bu da avlanmanın satış amacıyla yapıldığını gösteriyor'' diye konuştu.


Kaynak:
AA
Prof. Dr. Tufan Koray, İzmir Körfezi'nde yetişmiş kefal türleri, dipten beslenen ve iç körfeze kadar giren pisi balığı gibi türlerin, insan sağlığı için zararlı ağır metaller içerdiğini, bu maddeler arasında kanser yapıcıların da bulunduğunu bildirdi.
Ege Üniversitesi (EÜ) Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tufan Koray, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile üniversitenin 5 yıl süren bir çalışma yaptığını, proje kapsamında iç körfezden alınan balıklardaki toksin ve zehirli organizmaların incelendiğini belirtti.



İzmir'in kanalizasyonunun körfeze akmasını engelleyen Büyük Kanal Projesi'nin iyi sonuç verdiğini, proje öncesinde körfezin çok daha kirli ve kötü kokulu olduğunu anlatan Koray, projenin tamamlanmasından sonra da körfezden çıkan balığın yenmemesi gerektiğini dile getirdi.



İzmir Körfezi'nde yetişmiş olan kefal türleri, dipten beslenen ve iç körfeze kadar giren pisi balığı gibi türlerin, insan sağlığı için zararlı ağır metaller içerdiğini, bu maddeler arasında kanser yapıcıların da bulunduğunu kaydeden Tufan Koray, şunları söyledi:



''Midyelerin yenmesi de riskli olabilir. Aşırı tüketimden bahsediyoruz. Miktar çok önemli, mesela 5-10 midye yemekten bir şey olacağını sanmıyorum, ancak çok fazla toksin büyük zararlar verebilir, toksin miktarı değişiyor. Bazı midyelerde hiç toksine rastlanmadığı da oldu ama bir kişiyi öldürmeye yetecek miktarda da toksin bulunabilir midyede. İç körfezden çok midye yemek, Rus ruletine benziyor. O kadar riskli.''



İç körfezde hala avlanan kişiler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tufan Koray, avlanan balıkların satılmasının ''korkunç'' olabileceğini, vatandaşların iç körfezden avlanan balıktan uzak durması gerektiğini söyledi.



-TARIM İL MÜDÜRLÜĞÜ YETKİLİLERİ-



İzmir Tarım İl Müdürlüğü Kontrol Şube Müdürlüğü yetkilileri de AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bostanlı Balıkçı Barınağı ve Güzelyalı vapur iskelesi arasında çekilen hattın doğusunun su ürünleri sirkülerine göre ''avlanması yasak bölge'' olduğunu hatırlattı.



Tarım İl Müdürlüğü'nün Emniyet İl Müdürlüğü desteğiyle 24 saat boyunca avlanmayı engellemek için su ürünleri kontrol teknesiyle bölgede nöbet tuttuğunu ifade eden yetkililer, avlanmaya çalışanları yakaladıklarını söyledi.



Yasak avlandıkları tespit edilen kişilerin araç gereçlerine el koyduklarını, 708 lira para cezası uyguladıklarını ve kaçak avlanan balıkları imha ettiklerini kaydeden yetkililer, ''Son bir ayda 20 ceza uyguladık. Bunların 19'u daha önce de yakalanan kişilere uygulandı. Bu da avlanmanın satış amacıyla yapıldığını gösteriyor'' diye konuştu.


Kaynak:
AA
Devamını Oku

Köpekler Kanser Teşhisi Yaparm ? Köpekler kanser teşhisi Yapıyor !

Hassas koku alma özellikleri sayesinde narkotik operasyonlarında uyuşturucuyu bulan, enkaz altından yaralıları kurtaran köpekler şimdi de kanseri teşhis edecek.
Köpeklerin kanser teşhisinde kullanılması için kolları sıvayan Prof. Dr. Dodurka, "Hiçbir tıbbi alet köpeğin burnu gibi değil. Erken teşhis hayat kurtarır" dedi



İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi İç Hastalıklar ve psikoloji uzmanı Prof. Dr. Tamer Dodurka, köpeklerin kanser teşhisinde kullanılması için kolları sıvadı.



'UYUŞTURUCU BULANLARLA AYNI'



Projenin ilk etapta böbrek ve idrar kesesi kanserlerinin teşhisine yönelik olduğunu vurgulayan Dodurka, şimdiye kadar kullanılan hiçbir tıbbi aletin köpeğin burnuna yetişemediğini söyledi.



Dodurka, projenin idrar kesesi kanseri ve böbrek kanserlerinde denenmesinin sebebini de bu kanser türlerinde kokunun daha belirgin olmasıyla açıklıyor.



Sahipli 8 köpekle projeye başlayacaklarını anlatan Dodurka, "Oyun oynamaya daha yatkın olan ve daha iyi koku aldıkları bilinen labrador, setter ve pointer köpekleri kullanacağız.



Uyuşturucu bulan köpeklerin eğitilmesiyle kanseri teşhis edecek köpeklerin eğitilmesi temelde aynı. Kanserli bir insanın nefes ve idrar kokusuyla sağlıklı bir insanın salgıladığı koku farklı.



Köpekleri kanserli insanların idrar ve nefes kokusuna duyarlı hale getireceğiz. Belli bir süre sonra köpekler kanserli idrar ya da nefes kokusunu aldıklarında öğretilen tepkiyi gösterecek.



Bu enkaz altında kalan birisini kurtaran köpeği ya da uyuşturucu bulan köpeği eğitmekle aynı" dedi.



'BAŞARI ORANI YÜZDE 99'



İngiltere ve ABD'de bu yöntemin kullanıldığını ve bu ülkelerde köpeklerin 3 hafta gibi kısa bir sürede eğitildiğini söyleyen Dodurka, "Yapılan çalışmalarda başarı oranı yüzde 99.



Bir köpeğin burnu kimyasal bileşimleri ayırt etmekte ve kanser teşhisinde kullanılan 'kromatografi' aletinden bile yüzlerce kez daha hassas. Aletle kanser teşhisi koyamayacağınız bir vakada köpek kanseri belirleyebilir.



Erken teşhis sayesinde de insan hayatını kurtarmak mümkün olabilir. Eğitim alacak köpeklerin 6 aylıktan büyük olması gerekli" ifadesini kullandı.



Eğitimlerin sahipleriyle birlikte üniversitede yapılacağı gibi evlerde de devam edeceğini vurgulayan Dodurka "Köpekleri yaşadıkları sosyal hayattan koparmayacağız" diye konuştu.



Hastayla karşı karşıya gelmeyecek



Kanserli hastalarla köpeklerin karşı karşıya gelmesini istemeyen doktorların desteğini de talep eden Dodurka "Koşullu olarak eğiteceğimiz doktor köpeklerin, teşhis yapılacak hastayla karşı karşıya kalmasına bile gerek kalmayacak.



Balon sistemiyle hastanın nefesi köpeklere koklatılırsa teşhis koyabilir. İyi eğitilen köpekler bir çok modern cihazdan daha iyi teşhis koyup, tedavi sürecinin başlamasını sağlayacak" dedi.


Kaynak:
sabah
Hassas koku alma özellikleri sayesinde narkotik operasyonlarında uyuşturucuyu bulan, enkaz altından yaralıları kurtaran köpekler şimdi de kanseri teşhis edecek.
Köpeklerin kanser teşhisinde kullanılması için kolları sıvayan Prof. Dr. Dodurka, "Hiçbir tıbbi alet köpeğin burnu gibi değil. Erken teşhis hayat kurtarır" dedi



İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi İç Hastalıklar ve psikoloji uzmanı Prof. Dr. Tamer Dodurka, köpeklerin kanser teşhisinde kullanılması için kolları sıvadı.



'UYUŞTURUCU BULANLARLA AYNI'



Projenin ilk etapta böbrek ve idrar kesesi kanserlerinin teşhisine yönelik olduğunu vurgulayan Dodurka, şimdiye kadar kullanılan hiçbir tıbbi aletin köpeğin burnuna yetişemediğini söyledi.



Dodurka, projenin idrar kesesi kanseri ve böbrek kanserlerinde denenmesinin sebebini de bu kanser türlerinde kokunun daha belirgin olmasıyla açıklıyor.



Sahipli 8 köpekle projeye başlayacaklarını anlatan Dodurka, "Oyun oynamaya daha yatkın olan ve daha iyi koku aldıkları bilinen labrador, setter ve pointer köpekleri kullanacağız.



Uyuşturucu bulan köpeklerin eğitilmesiyle kanseri teşhis edecek köpeklerin eğitilmesi temelde aynı. Kanserli bir insanın nefes ve idrar kokusuyla sağlıklı bir insanın salgıladığı koku farklı.



Köpekleri kanserli insanların idrar ve nefes kokusuna duyarlı hale getireceğiz. Belli bir süre sonra köpekler kanserli idrar ya da nefes kokusunu aldıklarında öğretilen tepkiyi gösterecek.



Bu enkaz altında kalan birisini kurtaran köpeği ya da uyuşturucu bulan köpeği eğitmekle aynı" dedi.



'BAŞARI ORANI YÜZDE 99'



İngiltere ve ABD'de bu yöntemin kullanıldığını ve bu ülkelerde köpeklerin 3 hafta gibi kısa bir sürede eğitildiğini söyleyen Dodurka, "Yapılan çalışmalarda başarı oranı yüzde 99.



Bir köpeğin burnu kimyasal bileşimleri ayırt etmekte ve kanser teşhisinde kullanılan 'kromatografi' aletinden bile yüzlerce kez daha hassas. Aletle kanser teşhisi koyamayacağınız bir vakada köpek kanseri belirleyebilir.



Erken teşhis sayesinde de insan hayatını kurtarmak mümkün olabilir. Eğitim alacak köpeklerin 6 aylıktan büyük olması gerekli" ifadesini kullandı.



Eğitimlerin sahipleriyle birlikte üniversitede yapılacağı gibi evlerde de devam edeceğini vurgulayan Dodurka "Köpekleri yaşadıkları sosyal hayattan koparmayacağız" diye konuştu.



Hastayla karşı karşıya gelmeyecek



Kanserli hastalarla köpeklerin karşı karşıya gelmesini istemeyen doktorların desteğini de talep eden Dodurka "Koşullu olarak eğiteceğimiz doktor köpeklerin, teşhis yapılacak hastayla karşı karşıya kalmasına bile gerek kalmayacak.



Balon sistemiyle hastanın nefesi köpeklere koklatılırsa teşhis koyabilir. İyi eğitilen köpekler bir çok modern cihazdan daha iyi teşhis koyup, tedavi sürecinin başlamasını sağlayacak" dedi.


Kaynak:
sabah
Devamını Oku

Küflenmiş Besinler Zararlımıdır ? Küflenmiş Besinlerin Zararları Nelerdir?

Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Başkanı ve Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Asan, küflenmiş ekmek ve çürümüş meyvelerin kanserojen madde içerdiğinden tüketilmemesi gerektiğini belirtti.
Trakya Üniversitesi (TÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Başkanı ve Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Asan, ''Küflenmiş ekmekler ve çürümüş meyveler kansorejen madde içerdiğinden kesinlikle tüketilmemelidir'' dedi.



Asan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, uzun süreli olarak tüketilen küflü yiyeceklerin kişilerde karaciğerde sağlık sorunlarına yol açtığını belirtti.



Küflenmiş yiyecekleri tüketmenin sağlık açısından son derece zararlı olduğunu ifade eden Asan, şunları kaydetti:



''Küflenmiş ekmekler ve çürümüş meyveler kanserojen madde içerdiğinden kesinlikle tüketilmemelidir. Küflenmiş bir ekmeği tüketmek doğru değildir. Çünkü küflerin birçoğu mikotoksin (küf zehiri) denilen zehirler üretirler. Bu zehirlerin yapıları pişmeyle asla bozulmaz. Bu zehirler 360 derece sıcaklığa bile dayanma özelliğine sahip. Bu zehirler bir defa yemekle insana bir şey olmaz ama uzun süreli ve yüksek miktarda tüketildiği zaman karaciğerde sağlık sorunlarının oluşmasına neden olur. Zehirler doğal ortamlarında ürediği zaman bunların tüketilmesi doğru değildir. Pazardan alınan ve daha sonra evde küflenmeye başlayan meyve ve sebzelerin de aynı şekilde tüketilmesi doğru değildir. Bazen bu meyve ve sebzelerin küflü kısımları kesilip diğer tarafları tüketiliyor. Bu da son derece yanlış bir davranıştır.''



Süpermarketlerde satılan küflü peynirler için böyle bir tehlikenin söz konusu olmadığını anlatan Asan, bu tür gıdaların genetik olarak zehir üretme yeteneklerinin alındığını söyledi.




Kaynak:
AA
Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Başkanı ve Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Asan, küflenmiş ekmek ve çürümüş meyvelerin kanserojen madde içerdiğinden tüketilmemesi gerektiğini belirtti.
Trakya Üniversitesi (TÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Başkanı ve Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Asan, ''Küflenmiş ekmekler ve çürümüş meyveler kansorejen madde içerdiğinden kesinlikle tüketilmemelidir'' dedi.



Asan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, uzun süreli olarak tüketilen küflü yiyeceklerin kişilerde karaciğerde sağlık sorunlarına yol açtığını belirtti.



Küflenmiş yiyecekleri tüketmenin sağlık açısından son derece zararlı olduğunu ifade eden Asan, şunları kaydetti:



''Küflenmiş ekmekler ve çürümüş meyveler kanserojen madde içerdiğinden kesinlikle tüketilmemelidir. Küflenmiş bir ekmeği tüketmek doğru değildir. Çünkü küflerin birçoğu mikotoksin (küf zehiri) denilen zehirler üretirler. Bu zehirlerin yapıları pişmeyle asla bozulmaz. Bu zehirler 360 derece sıcaklığa bile dayanma özelliğine sahip. Bu zehirler bir defa yemekle insana bir şey olmaz ama uzun süreli ve yüksek miktarda tüketildiği zaman karaciğerde sağlık sorunlarının oluşmasına neden olur. Zehirler doğal ortamlarında ürediği zaman bunların tüketilmesi doğru değildir. Pazardan alınan ve daha sonra evde küflenmeye başlayan meyve ve sebzelerin de aynı şekilde tüketilmesi doğru değildir. Bazen bu meyve ve sebzelerin küflü kısımları kesilip diğer tarafları tüketiliyor. Bu da son derece yanlış bir davranıştır.''



Süpermarketlerde satılan küflü peynirler için böyle bir tehlikenin söz konusu olmadığını anlatan Asan, bu tür gıdaların genetik olarak zehir üretme yeteneklerinin alındığını söyledi.




Kaynak:
AA
Devamını Oku

Sigara Akciğer Kanseri Yapıyor !

Türk Akciğer Kanseri Derneği (TAKD) Başkanı Prof. Dr. Nezih Özdemir, yüzde 90'ı sigara kaynaklı bu hastalığın erkeklerde kanserden ölümlerin en büyük sebebi olduğunu, kadınlarda da altıncı sırada yer aldığını söyledi.
Denizli'de, "Akciğer Kanseri Tedavisi 'Uzlaşıya Doğru' Sempozyumu" düzenlendi. Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesi öğretim üyelerinin bilimsel katkıda bulunduğu sempozyumda, akciğer kanseriyle ilgili Türkiye'den ve dünyadan son veriler, teşhis ve tedavideki gelişmeler masaya yatırıldı.



Bir konuşma yapan Prof. Dr. Özdemir, akciğer kanseri sebeplerinin başında sigaranın geldiğini belirterek, "Ülkemizde yapılan bir çalışmaya göre akciğer kanserli hastaların yüzde 80'i sigara içen, yüzde 10'u bırakmış, yüzde 10'u ise içmemiş kişilerden oluşmaktadır." dedi.



Türkiye'de her yıl 20 bin yeni akciğer kanseri teşhisi konulduğunun tahmin edildiğini vurgulayan Özdemir, "Bu kişilerin ortalama yüzde 15'i hastalığa erken evrede yakalanabiliyor. Bu oran, ABD'de yüzde 30 civarında. Erken evrede ameliyat olabilenlerin kurtulma şansı yüksek. İleri evrede ise hastaları uzun ve yorucu bir tedavi süreci bekliyor. Birkaç tedavi modeli kombinasyonu gerekebiliyor." şeklinde konuştu.



Pasif sigara içiciliğiyle de akciğer kanserinin bir tipinin görülme sıklığının arttığını vurgulayan TAKD Başkanı Nezih Özdemir, tütün ürünlerinin vergilerinin yükseltilip fiyatlara olduğu gibi yansıtılmasını önerdi. Sigara içenlerin kalp krizi ve kanserden ölme ihtimalinin ortalama 20 misli arttığını vurgulayan Prof. Dr. Özdemir, "Akciğerleriniz yıllar içinde iflas eder, nefes darlığından yürüyemez hale gelirsiniz. Kol ve bacaklarınıza giden damarların tıkanmasına bağlı olarak riskli ameliyatlara maruz kalabilir, hatta bu uzuvlarınızı kaybedebilirsiniz. Cinsel performansınız azalabilir ve kısır kalabilirsiniz." dedi.


Kaynak:
(CİHAN)
Türk Akciğer Kanseri Derneği (TAKD) Başkanı Prof. Dr. Nezih Özdemir, yüzde 90'ı sigara kaynaklı bu hastalığın erkeklerde kanserden ölümlerin en büyük sebebi olduğunu, kadınlarda da altıncı sırada yer aldığını söyledi.
Denizli'de, "Akciğer Kanseri Tedavisi 'Uzlaşıya Doğru' Sempozyumu" düzenlendi. Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesi öğretim üyelerinin bilimsel katkıda bulunduğu sempozyumda, akciğer kanseriyle ilgili Türkiye'den ve dünyadan son veriler, teşhis ve tedavideki gelişmeler masaya yatırıldı.



Bir konuşma yapan Prof. Dr. Özdemir, akciğer kanseri sebeplerinin başında sigaranın geldiğini belirterek, "Ülkemizde yapılan bir çalışmaya göre akciğer kanserli hastaların yüzde 80'i sigara içen, yüzde 10'u bırakmış, yüzde 10'u ise içmemiş kişilerden oluşmaktadır." dedi.



Türkiye'de her yıl 20 bin yeni akciğer kanseri teşhisi konulduğunun tahmin edildiğini vurgulayan Özdemir, "Bu kişilerin ortalama yüzde 15'i hastalığa erken evrede yakalanabiliyor. Bu oran, ABD'de yüzde 30 civarında. Erken evrede ameliyat olabilenlerin kurtulma şansı yüksek. İleri evrede ise hastaları uzun ve yorucu bir tedavi süreci bekliyor. Birkaç tedavi modeli kombinasyonu gerekebiliyor." şeklinde konuştu.



Pasif sigara içiciliğiyle de akciğer kanserinin bir tipinin görülme sıklığının arttığını vurgulayan TAKD Başkanı Nezih Özdemir, tütün ürünlerinin vergilerinin yükseltilip fiyatlara olduğu gibi yansıtılmasını önerdi. Sigara içenlerin kalp krizi ve kanserden ölme ihtimalinin ortalama 20 misli arttığını vurgulayan Prof. Dr. Özdemir, "Akciğerleriniz yıllar içinde iflas eder, nefes darlığından yürüyemez hale gelirsiniz. Kol ve bacaklarınıza giden damarların tıkanmasına bağlı olarak riskli ameliyatlara maruz kalabilir, hatta bu uzuvlarınızı kaybedebilirsiniz. Cinsel performansınız azalabilir ve kısır kalabilirsiniz." dedi.


Kaynak:
(CİHAN)
Devamını Oku

15 Kasım 2009 Pazar

Domuz Gribi Aşısının Yan Etkileri Nelerdir?

Ülkemize giriş yapan domuz gribi aşıları ile ilgili tartışmalar ve soru işaretleri devam ediyor.Kamuoyunda domuz gribi aşısının yan etkileri ile ilgili soru işaretlerini gidermek için sağlık bakanlığı açıklama yaptı.
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünden yapılan açıklamada “gelecek aşının kızamık, kabakulak aşısından farkı yok.sadece hafif kızarıklık ve hafif ateşe yol açabilir” söylendi.
Yapılan tartışmaların odağında kullanılacak olan aşının testlerinin yeterli düzeyde olmadığı görüşü var.Sağlık Eski Bakanı Osman Durmuş aşının piyasaya sürülebilmesi için faz1 ve faz2 testlerine ihtiyaç olduğunu söyledi.
Bu testlere göre aşılar üretildikten sonra labaratuvarlarda testleri yapılıyor.Sonradan hayvanlar ve insanlar üstünde deneniyor ve vücudda virüse karşı antikor üretilip üretilmediği gözlemleniyor.
Sağlık bakanlığına göre aşı bu testlerden geçti ve yeteri kadar güvenilir.
Aşının satışa sunulmadan önce 3-5 bin gönüllü üzerinde denendi.Aşıya Türkiye’de ruhsat verilmesi için Ankaraya geldikten sonra birtakım testlerden geçirilecek.Hayvanlar üzerinde denendikten sonra aşıdaki kimyasal maddelerin oranı ölçülecek ve aşılama çalışmaları başlatılacak.
Ülkemize giriş yapan domuz gribi aşıları ile ilgili tartışmalar ve soru işaretleri devam ediyor.Kamuoyunda domuz gribi aşısının yan etkileri ile ilgili soru işaretlerini gidermek için sağlık bakanlığı açıklama yaptı.
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünden yapılan açıklamada “gelecek aşının kızamık, kabakulak aşısından farkı yok.sadece hafif kızarıklık ve hafif ateşe yol açabilir” söylendi.
Yapılan tartışmaların odağında kullanılacak olan aşının testlerinin yeterli düzeyde olmadığı görüşü var.Sağlık Eski Bakanı Osman Durmuş aşının piyasaya sürülebilmesi için faz1 ve faz2 testlerine ihtiyaç olduğunu söyledi.
Bu testlere göre aşılar üretildikten sonra labaratuvarlarda testleri yapılıyor.Sonradan hayvanlar ve insanlar üstünde deneniyor ve vücudda virüse karşı antikor üretilip üretilmediği gözlemleniyor.
Sağlık bakanlığına göre aşı bu testlerden geçti ve yeteri kadar güvenilir.
Aşının satışa sunulmadan önce 3-5 bin gönüllü üzerinde denendi.Aşıya Türkiye’de ruhsat verilmesi için Ankaraya geldikten sonra birtakım testlerden geçirilecek.Hayvanlar üzerinde denendikten sonra aşıdaki kimyasal maddelerin oranı ölçülecek ve aşılama çalışmaları başlatılacak.
Devamını Oku

İstanbulda Domuz Gribinden Ölen Varmı ? İstanbulda Domuz Gribi

İstanbul’da domuz gribine ilk kurban haberi bugün geldi.13 Yaşındaki bir kızın pandemik H1N1 sebebiyle yaşamını yitirdiği açıklandı.Böyle domuz gribinden ölenlerin sayısı 8′e yükseldi.
İstanbul’daki ölüm haberi Şanlıurfadaki 4 yaşındaki bir kızın ölüm haberinin hemen ardından geldi.Şanlıurfada hayatını kaybeden kızın kronik hastalığı olduğu için risk grubunda olduğu belirtildi.Daha öncesinde de Ankara’da 65 yaşındaki bir kadın hayatını kaybetmişti.
Sağlık Bakanlığı yaptığı açıklama ile İstanbulda ölen kızın domuz gribi nedeniyle öldüğü ve sayının 8e yükseldiği belirtildi.Durumları ağır olduğu bilinen 8 hastanın tedavisi hastahaneden sürüyor.
İstanbul’da domuz gribine ilk kurban haberi bugün geldi.13 Yaşındaki bir kızın pandemik H1N1 sebebiyle yaşamını yitirdiği açıklandı.Böyle domuz gribinden ölenlerin sayısı 8′e yükseldi.
İstanbul’daki ölüm haberi Şanlıurfadaki 4 yaşındaki bir kızın ölüm haberinin hemen ardından geldi.Şanlıurfada hayatını kaybeden kızın kronik hastalığı olduğu için risk grubunda olduğu belirtildi.Daha öncesinde de Ankara’da 65 yaşındaki bir kadın hayatını kaybetmişti.
Sağlık Bakanlığı yaptığı açıklama ile İstanbulda ölen kızın domuz gribi nedeniyle öldüğü ve sayının 8e yükseldiği belirtildi.Durumları ağır olduğu bilinen 8 hastanın tedavisi hastahaneden sürüyor.
Devamını Oku

15 Bin Kişi Domuz Gribi Aşısı Oldu !

Sağlık Bakanlığı, domuz gribi aşısının ilk gün 15 bin kişiye yapıldığını ve 15 kişiden şu ana kadar önemli bir yan etkiye rastlamadıklarını açıkladı.
Yapılan yazılı açıklamada domuz gribi aşı kampanyasına bugün tüm illerdeki sağlık görevlileri , hacı adayları ve hacca gidecek görevlilere aşılanması şeklinde devam edeceği belirtildi.İlk gün 15 bin kişiye aşı yapıldığını söyleyen açıklama da ““Aşıya bağlı olabilecek muhtemel yan etkiler yakından izlenmekte olup şu ana kadar aşıya bağlı ciddi bir yan etkiye rastlanmamıştır. Aşı sonrası bir sağlık personelinde anafilaksi (şok) geliştiği iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Adı geçen personel halen görevinin başındadır” denildi.
Sağlık Bakanlığı, domuz gribi aşısının ilk gün 15 bin kişiye yapıldığını ve 15 kişiden şu ana kadar önemli bir yan etkiye rastlamadıklarını açıkladı.
Yapılan yazılı açıklamada domuz gribi aşı kampanyasına bugün tüm illerdeki sağlık görevlileri , hacı adayları ve hacca gidecek görevlilere aşılanması şeklinde devam edeceği belirtildi.İlk gün 15 bin kişiye aşı yapıldığını söyleyen açıklama da ““Aşıya bağlı olabilecek muhtemel yan etkiler yakından izlenmekte olup şu ana kadar aşıya bağlı ciddi bir yan etkiye rastlanmamıştır. Aşı sonrası bir sağlık personelinde anafilaksi (şok) geliştiği iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Adı geçen personel halen görevinin başındadır” denildi.
Devamını Oku

Domuz Gribinde Ölümler Artacakmı ? Domuz Gribinde Ölümler Ne Kadar Oldu ?

Domuz gribi hakkında uzmanlardan endişelendirici açıklamalar geliyor.İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şadi Yenen domuz gribi sebebiyle ileriki günlerde domuz gribinden ölenlerin sayısında artış olacağını söyleyerek halkı hazırlıkla olması konusunda uyardı.
Aydın belediyesinin düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Şadi Yenen konuşmacı olarak yer aldı.Siyasetçilerin, domuz gribi konusunu politikalarına alet ederek oy toplama telaşında olduğunu savundu ve domuz gribi konusunu çarpıttıklarını söyledi.Bazılarının yetersiz bilgi vererek insanları yanlış yönlendirdiğini söyleyen Yenen, bunların sonucunda insanlarda hem kafa karışıklığı hem de gereksiz  telaş oluştuğunu söyledi.Domuz gribinin kuş gribinden daha tehlikeli olduğunu çünkü kuş gribi sadece hayvanlardan insanlara bulaştığını, domuz gribinin ise insandan insana bulaşabilen bir virüs olduğunu söyledi.
“Domuz gribi virüsü H1N1′in değişim geçirip daha tehlikeli bir virüs haline gelip gelmeyeceğini bilemeyeceklerini söyleyen Yenen ancak domuz gribi insandan insana bulaştığı için kuş gribi kadar tehlikeli olabileceğini söyledi.
Domuz gribi hakkında uzmanlardan endişelendirici açıklamalar geliyor.İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şadi Yenen domuz gribi sebebiyle ileriki günlerde domuz gribinden ölenlerin sayısında artış olacağını söyleyerek halkı hazırlıkla olması konusunda uyardı.
Aydın belediyesinin düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Şadi Yenen konuşmacı olarak yer aldı.Siyasetçilerin, domuz gribi konusunu politikalarına alet ederek oy toplama telaşında olduğunu savundu ve domuz gribi konusunu çarpıttıklarını söyledi.Bazılarının yetersiz bilgi vererek insanları yanlış yönlendirdiğini söyleyen Yenen, bunların sonucunda insanlarda hem kafa karışıklığı hem de gereksiz  telaş oluştuğunu söyledi.Domuz gribinin kuş gribinden daha tehlikeli olduğunu çünkü kuş gribi sadece hayvanlardan insanlara bulaştığını, domuz gribinin ise insandan insana bulaşabilen bir virüs olduğunu söyledi.
“Domuz gribi virüsü H1N1′in değişim geçirip daha tehlikeli bir virüs haline gelip gelmeyeceğini bilemeyeceklerini söyleyen Yenen ancak domuz gribi insandan insana bulaştığı için kuş gribi kadar tehlikeli olabileceğini söyledi.
Devamını Oku